rüzgarın etkisiyle ağaç dallarındaki yapraklar sallanıyor. güneş yerini yavaş yavaş bırakmaya hazırlanırken etrafa yumuşak renkler bırakıyor. çekirgeler belli bir harmoniyle ötüşürken rüzgar bana ve hiji'ye doğru esiyor bu sefer. hiji bu durumdan etkilenmiyor ama benim saçlarım dalgalanırken yavaştan üşümeye başlıyorum, buna rağmen pencerenin başından ayrılıp da hırka giymeye yeltenmiyorum. çünkü, sanırım, buna ihtiyacım var ve hoşlanıyorum üşümekten.
kendimi hiçbir zaman herkesin arkadaş olmak istediği bir insan olarak tanımlayamadım. hep bir şeylerden şikayetçiydim, yargıcıydım; en çok da kendime. biraz süren arkadaşlıklarım nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde sona eriyordu. fazla gururluydum, neden böyle yaptıklarını sormaz, yoluma bakardım. canım çok yanardı elbette, gururum ve hep tam olma isteğim içimde yer etmiş düşmanlarımdı. kimsenin açığımı görmesine dayanamıyordum, kimsenin beni küçük düşürmesini ve kimsenin benimle dalga geçmesini istemiyordum. bencil miydim, ciddi biri miydim yoksa kalpsiz biri miydim, bunları hep kendime sorardım ama cevapları bende yoktu.
hiçbir şey istemiyordum hayattan, ekstra olarak istediğim hiçbir şey yoktu. sadece beni rahat bırakmalıydı, yoluma çıkmamalıydı, her şeyim tam olmalıydı, öyle olmalıydı ki insanlar beni zayıf biri olarak görmesin, bana saygı duysun, beni küçük düşürecek cesareti bulamasın. hedeflerime de ulaşayım, istediğim mesleği yapayım, her yeri gezebileyim. iyi bir ilişkim de olabilir, insanlar sevilmeye muhtaç varlıklardı, öyleydik hepimiz. ben de sevilmek ve sevmeyi istiyordum.
ama beni annem bile sevmiyordu ki.
anne ile çocuk arasında inanılmaz bir bağ vardır derler çoğu zaman. buna inanamıyordum, çünkü annemle benim aramda hiçbir zaman bir bağ oluşmamıştı. okuldan eve geldiğimde günümün nasıl geçtiğini sormaz, başımı okşamaz, bana sevgi sözcükleri bile söylemezdi. sadece belli bir yaşa kadar ihtiyaçlarımı gidermemde yardımcı oldu. durum böyleyken elimde, zihnimde ve kalbimde bir annenin şefkati hakkında bilgim yoktu. öte yandan babam annem gibi değildi. sevgisini çok gösteren biri olmasa bile uyumadan önce yanıma gelir, saçlarımla oynar ve dinlemeyi çok sevdiğim ormancı masalını anlatırdı.
rüzgâr bir daha esti, bu sefer diğerinden daha şiddetliydi, ama yerimden kıpırdamadım.
hiçbir yere ait hissetmiyordum. buraya, okuluma, bu şehire ve hatta aileme bile. iğrenç bir histi, odamın duvarlarını çığlıklar atarak yumruklayıp içlerine girmek ve bu şekilde nereye gidebilirsem oraya kadar gitmek istiyordum. ağlamak istiyordum, haykırarak, herkesin ortasında ağlamak istiyordum. buradayım işte, kalpsiz değilim ben, sadece kalbim çalışamayacak kadar kırık ve yorgun demek istiyordum. sevmeyi bilmiyorum çünkü hiç sevilmedim ki ben, demek istiyordum ve ben zamanı geriye alıp hyunjin'e gitme demek istiyordum çünkü istemiyordum gitmesini, şu hayatta iğrenç olmayan tek şey sensin demek istiyordum.
ona kısa bir sürede böylesine alışabilmemin ve yanında güzel hissetmemin sebebi sadece kendisiydi. onunla tanıştığımda bile gözlerindeki masumiyeti ve samimiyeti alabilmiştim. bana çok zıt biriydi, ama o bunu dert etmemişti, bazen onu sinir edecek şeyler söylemiş olsam da kibarlıkla karşılamıştı ve diğerleri gibi yanımdan sessiz bir şekilde uzaklaşmak yerine yakınlaşmıştı. yanında çok farklı hissedebiliyordum onun, sanki ne zaman onunla yan yana olsam burada değildim, onun dünyasındaydım ve orası aitlik hissettiğim tek yerdi.
hyunjin yalnız olmayışımın tek sebebiydi. her şeyimi açabileceğim tek kapıydı ve o benim her şeyimi kabul ederken ben onu saçma sapan bir sebepten dolayı kırmış ve kötü hissetmesine sebep olmuştum.
o bana heyecan ve samimiyet ile gelmişti ve ben onu kabul etmemiştim.yine esti rüzgar, o akşam hep esti. her defasında daha şiddetliydi, ancak ben yatağıma geçip gözlerimi kapattığımda yavaşladı, gözümden akan yaşı şefkatli bir elmiş gibi silip gitti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
lilac | hyunmin ✓
Fanfictiontanıdığım bir hyunjin vardı bulunduğu her yeri çiçekler içinde bırakırdı. st: 301020 fn: 210321