6

662 121 65
                                        

bazen tek istediğim yok olmak; her şeyden, her yerden soyutlanıp karanlık bir hiçliğin içinde ondan bir parça olabilmek.

garip mi? hayır, sanmam. bana kalırsa bu oldukça hak edilesi. çünkü bazen öylesine nefret ediyordum ki her şeyden, bedenime, duygularıma ve düşüncelerime dair her bir zerrenin bir kağıt parçasıymış gibi bir ateşin içine düşüp kül olmasını istiyordum. içimde hiddetle yanan ateş içine her şeyi almak için kavruluyor, geride canlı hiçbir şey bırakmak istemiyordu.
ancak, evet, ancak hyunjin ile birlikte olduğumda yaşadığım hislerin, o her şeyden uzak, özel ve sarhoş edici duyguların tek bir göz damlası ateşi nazik bir ivedilikle kesiyor, kendilerinin hüküm sürmelerini sağlıyordu.

ne ara böyle olmuştu bilmiyordum ancak her geçen gün ona daha çok bağlanıyor, hep yanında olmak istiyor, gülümsemesini, bunu yapınca kısılan gözlerini görmek istiyordum. onun bendeki konumunu sevmiyordum. sadece onun yanında içten, mutlu ve keyifli oluyordum, bunu emin bir şekilde söylüyordum çünkü bu zamana kadar kimseye karşı böyle hissetmemiştim. fakat bu acınasıydı, sanki yaşamak için ona ihtiyacım vardı, sanki o olmadan mutlu olamayacaktım. bundan nefret ediyordum.

ama gel görelim ki, ne zaman bir araya gelsek bunlar aklımdan bir tüymüş gibi hissettirmeyecek bir şekilde uçuyor, yanında yine kendimi ona teslim ediyordum.

"bisikletin çok güzelmiş."

duvara yasılı bir şekilde duran sarı bisiklete bakarak söyledim, evlerine ilk geldiğim gün de gözüme çarpmış, ama dile getirmemiştim.

hyunjin elindeki sandviçten bir ısırık alıp ağzı doluyken konuşmaya yeltendi, fakat hızla kaşlarımı çatarak ona baktığımda bir şey diyemeden ağzını geri kapattı. ardından lokmayı hızla çiğnedikten sonra yuttu ve bana döndü.

"ah, evet, lowea dört yıldır benimle. bacaklarım onun için biraz uzun kaldı ama ondan vazgeçemiyorum."

"sürebilmek çok özgür hissettiriyor olmalı."

"evet öy- bekle, bisiklet sürmeyi bilmiyor musun?"

dudaklarım düz bir çizgi haline gelirken başımı iki yana salladım. çocukluğum oldukça dar ve sevimsiz geçmişti.

"seungmin nasıl?" büyük bir şaşkınlıkla ayağa kalktı ve bana bakmayı sürdürdü.

"ne?"

"kalk hadi, sana öğreteceğim."

"ha, şimdi mi?"

"evet, hadi hadi!"

bana uzanıp elimi tuttu ve ayağa kalkmamı sağlayıp beni bisikletine doğru götürdü.

"bin bakalım."

"hyunjin, bence şimdi ya-"

"hayır seungmin, şimdi."

kurtuluşumun olmayacağını anlayıp durumu kabullendim ve bisiklete bindim. hyunjin ayaklarımı pedallara koymamı söylediğinde korkarak bunu yapmaya çalıştım ama ani bir sarsıntıyla anında vazgeçtim.

"sakin ol minnie, seni tutacağım."

kalbim duyduğum kelimeyle hızla çarpmaya başlarken ismimi ilk defa bu şekilde hyunjin'in ağzından duymak beni tüm saf duyguların üstüne taşımıştı. kanatları pamuktan yapılmış bir kuş gibiydim.

ayaklarımı pedallara koyarken emin olsam da hyunjin'e döndüm.

"hiç bırakmayacaksın değil mi, söz ver."

hyunjin gülümsedi.

"sana söz veriyorum seni hiç bırakmayacağım."

böylesine içten söylenen kelimeler bir insanı nasıl olur da etkilemez! içim titremişti, belki de fazla dramatize ediyordum, bilmiyordum ki, geçmişte böyle bir şey yaşadığımı hatırlamıyorum.

o gün hyunjin bana bisiklet sürmeyi öğretebilmek için çok uğraştı. sızlanışlarıma, korkak davranışlarıma ve mızmızlanarak söylenmelerime rağmen her an yanımdaydı, beni bırakmayacağına söz vermişti.

ve sözünü tutmuştu, ona güvendiğim gibi.

lilac | hyunmin ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin