bahar ayındaydık. hava tüm canlılığıyla dünyayı sarıyor, güneş batmadan önce işini layığıyla yapıp etrafı aydınlatıyor, sıcak ışınlarını yeryüzüne sunuyordu. çicekler bir araya gelmiş birbirleriyle kikirdiyordu sanki, yüzlerindeki neşeyi görebiliyordum. renkleri hiçbirinin aynısı değildi. öte yandan kuşların belli bir armoniyle söyledikleri şarkılar kulağa ulaşıyor.
bahar ayındayız, hava sıcacık, kuşlar uçuyor.
ve ben deli gibi üşüyorum.
böylesine bir havada ben niye kışı hissediyordum? niye midem bulanıyordu, niye çicekler bana birden arkasını dönerken kuşlar bir ağıt türküsü mırıldanıyordu acımasızca?
hayat benden nefret ediyordu. bunu biliyordum. beni sevmiyor ve benimle oyun oynamaktan müthiş bir haz duyuyordu. aptallığım ve acizliğim onu güldürüyor, her bir yanımda dolanarak beni izliyordu. onu görebiliyordum, gülüyordu bana. gülüyordu işte! her zaman yaptığı gibi, beni izliyordu.
annemle hastaneye gidiyorduk. hyunjin'e araba çarptığı haberini aldığımızdan beri aldığım her nefes elindeki bıçağı karnıma geçiriyordu sanki. gözlerim buğulanıp duruyordu, hyunjin'in canının yanması bana tuhaf geliyordu, somut değildi o, bir ruhtu, özel bir ruhtu hem de, nasıl dokunabilmişlerdi ona?
annem endişeyle arabayı sürüyor ve olabildiğince hızlı bir şekilde hastaneye varmamızı sağlamaya çalışıyordu. onu anlayabiliyordum. hyunjin'i çok sevdiğini biliyordum. hyunjin'i herkes severdi, baharın gelişiyle gördüğünüz ilk çiçek açan ağaç gibiydi, onu görünce yüzünüze mutlaka bir gülücük konardı.
hastanenin önüne geldiğimizde hızla araçtan indik. ayaklarım her adımda yere gömülüyor, yine de onları zorlayarak hızlı olmaya çalışıyordum.
bayan hwang'ı bulduğumuzda perişan haldeydi. birkaç kez gördüğüm bay hwang ise aynı oğlu gibi yüzünde gülümsemesi daim olan bir adamken bu sefer gülümsemiyordu. her daim yüzlerinde gülümseme bulunan insanların acı çektiğini ve gülümsemediğini görmenin ne kadar zor ve acı bir şey olduğunu o an anladım. korkunç bir şeydi, gerilim filmlerinden daha çok geriyordu insanı ve kaçınılmazdı, tüm hücreleriniz etkileniyordu bundan.
annem yanlarına gitti ve bayan hwang'a sarıldı. ben ise olduğum yerde duruyordum. yürüyemiyordum çünkü. hastanenin sahibi olan b vitamini kokusu başımı döndürüyordu. ellerim titriyor, fakat avucumda tuttuğum leylağı bırakamıyordum. ona söz vermiştim, hyunjin'in ona güzelce bakacağına ve onu seveceğini söylemiştim. hayat ne garipti!
ardından, aniden bana bir şey oldu.
bacaklarım büyük bir şiddetle titremeye başladı, öyle ki deprem olduğunu sandım. ardından her yer yıkılırken zeminden leylak ağaçları çıkmaya başladı, her yer siyah leylaklarla dolarken korkuyordum, tek başımaydım, leylakların içimi gıdıklayan kokusu burnuma gelmezken birden hyunjin'i gördüm. bana yaklaştı, elini çaresiz ve korku dolu yüzümde gezdirdi ve gülümsedi. konuşmaya çalıştım ama sesimi duyamıyordum. çırpındım, tekrar denedim ama sesim yoktu. kalbim korkuyla ritmini hızlandırırken hyunjin'e uzanmaya çalıştım, ancak leylakların kökleriyle olduğum yere sabitlenmiştim. içim parçalanıyordu, hyunjin leylaklar tarafından sarıp sarmalanıyor ve gözden kayboluyordu. gözyaşlarım leylakların üstüne bir yağmurcasına düşerken bağırıyordum ama kimse duymuyordu beni, kendim bile. yine de son bir kez daha bağırdım, gitmemesini söyledim ona, bir kez daha gülümsemesini, beni bir kez daha öpmesini istedim.
ardından karanlığın içine doğru düştüm.
✾
birkaç bölüm sonra final yapacağım, lütfen gözyaşlarınızı leylaklar için tutun <3
-k(fox)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lilac | hyunmin ✓
Fanfictiontanıdığım bir hyunjin vardı bulunduğu her yeri çiçekler içinde bırakırdı. st: 301020 fn: 210321