Uçurumları sevenlerin kanatları olmalıdır. Kanatların yoksa yere çakılırsın ama iyi düşüştü de dersin bir yandan. O gün kulağıma fısıldadı. Belliydi kokusundan yine ölümü döşünüp sigara içmişti, beyaz teni alev alev yanıyordu bana dokunmadan bile hi...
Sakin, ritimli nefes alış verişler ve saatin vuruşları. Koca salonda sadece bu ikisiydi ses çıkaran. Odanın sesizliğine karşı kafam anlamlandıramadığım seslerle doluydu. Herkes bilirdi, güç bu hayattaki en önemli şeylerdendi. Yanlış kişilerin eline geçerse göz yaşı ve acı hüküm sürerdi yaşamda. Gözlerimi açabilmek ölüm gibiydi, bakışlarım ilk önce camdan içeri süzülen ışığa, sonra da duvarda oluşturduğu ağaç gölgelerine takıldı. Ağaçlar sallandıkça duvarda ki gölgeler de ritimle dans ediyordu. Birden senin gölgenin verdiği rahatlama hissi üşüştü beynime ve ben bir daha kapadım gözlerimi. Sonsuza kadar bu karanlıkta yaşamak istiyordum. Seni anımsatan çok şey vardı. Acıdan başka hiçbir şey vermiyordu bana. Saatin vuruşları yavaşlamaya başladığında kulaklarım da uğulduyordu. Şimdi içeriye süzülen ışığın yavaş yavaş kaybolduğunu hissederken olanlara bir anlam veremiyordum. Gözlerimi bir daha açtığımda yine aynı yerde olmayacağımı, gölgelerin hükmünü yitirdiği karanlıkla buluşacağımı ve şu an titreyerek yerde ki soğuk kanın vücudumu sarmaladığını görecektim. Açmadım gözlerimi...
Yine de göz yaşlarımın süzülerek ağzıma dolmasını ve iğrenç bir tat bırakmasını engelleyemedim. Ben acıyla olduğum yerde yatarken sesler bana daha çok yakınlaşıyordu. "Sen öldürdün, sen öldürdün, sen." Saydım, tam üç damla göz yaşı ve beş kelime sözcük. Artık uyanabilirdim nasıl olsa bunu her zaman tekrarlıyordu. Benim korktuğum bir gün göz yaşlarının üç damlayı geçip yine ağzıma sızması ve kapatamadığım dudaklarımın onları kabul edip beni tuzlu suda boğmasıydı. İğrenç tat o zaman yerini nefesimin ölümle kokmasını sağlayan yegane şeye dönüşürdü.