"Yüzümü yalayan rüzgâr, saçlarımı da savuruyor etrafa. Etim kemiğimden sıyrılıyor sanki ısrarcı hava, suratımdaki maskeyi her kaydırdığında. Hayatıma rüzgâr olacak birini istememiştim oysaki; ben sakin esintilerden de hevesli poyrazlardan da hoşlanmam. Durgun havayı severim yalnızca; serapsız, saydam ve sıfır aldatmaca.
Halbuki hep durgun havalar üzdü beni, meltemsiz boşluklarda savruldum bir ileri bir geri. İnsan en çok da canını yakandan vazgeçemezmiş ya, bendeki de öyle bir acıma hevesi.
Ama artık korkmuyorum, odamın parçalanmış camından sızıyor sert rüzgâr; duvarıma dizdiğim maskeleri indiriyor bir bir yere. Kalbim hala sağlam ama biliyorum, o da daha fazla dayanamayacak.
Çünkü ruhumun pencerelerini kendim taşladım ben; hep güneş almış kalbim, biraz da rüzgâr yesin diye."
Kim Hana, 34.Eskiz
Karalama bir imzayla sonlandırdığım sayfaya kısaca bir bakış atarak elimdeki defteri usulca kapattım ve boynuma çapraz astığım çantamın içine yerleştirdim. Başım çatlayacakmış gibi zonkluyor, aldığım az miktarda alkolün etkisi de onu hafifletmek yerine daha da cesaretlendiriyordu.
Gözlerimi yumarak boynumu iki yana esnettim, suratımda dünyaya lanet etmeme sebep olan hafif bir esinti hissediyordum.
Etrafımı saran gürültülü müzik, kahkahalar, alkol kokusu ve rüzgâr.
Hayatımdan nefret ediyordum.
Az önce Minho'nun getirerek elime tutuşturduğu margaritadan ufak bir yudum daha aldım çünkü içmek dışında yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Aptal arkadaşlarım beni bir partiye değil, tam da kaçmaya çalıştığım o büyük savaş meydanının ortasına getirmişlerdi çünkü. Mümkünse kafayı bulup denize yuvarlanmak ve orada sualtı canavarlarıyla yaşamaya devam etmek istiyordum bu hayatı.
"Bu kadar somurtma."
Duymayı beklemediğim sesle az kalsın içtiğim şeyi boğazıma kaçırıyordum. Lanet olası rüzgârın ağzıma sokmakta ısrar ettiği saçlarımı geriye doğru savurarak yaslandığım korkuluktan çekildim ve arkamı döndüm.
Oradaydı işte. Üzerine tam oturan beyaz gömleği, yırtık kotu, her zamanki ağır postalları ve keskin hatlı yüzüne çok yakışan uzun sarı saçları tamamen salık bırakılmış bir halde Hwang Hyunjin.
Az önce söylediği şeye karşın yüz ifademi bozmadan sadece omuz silktim. "Benim yüzüm böyle."
Ona bakmayı kestim, varlığını hissetmek bile başımı daha çok ağrıtmıştı zaten; yeniden arkamı döndüm ve yeterince açıldığımız için durmuş olan yatın büyük beyaz gövdesine vuran dalgaları izlemeye devam ettim.
"Kimsenin yüzü böyle olmaz."
"Benimki böyle."
Arkamdan bir oflama sesi duyuldu, ardından onu takip eden ayak sesleri...Bir, iki, üç adımda kokusunu soluyabileceğim kadar yakınımdaydı, yine de ona bakmadım.
Hwang Hyunjin, hayatımda görüp görebileceğim en değişik yaratıktı. Amacını tam olarak çözümleyemiyordum; gerçekten arkadaşım olmaya mı çalışıyordu, yoksa her şey kafasında büyütüp sürdürdüğü o aptal iddia için miydi anlayamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Juliet Is Dead
FanfictionHwang Hyunjin, Kim Hana'nın canını yakmak istiyordu. Çünkü onun daha önce hiç ağlamadığını duymuştu.