Parti Günü 09.00| Tanrı'nın AğzındanBu devirde insanlar fazla bel bağlıyorlar birbirlerine. Bilmiyorlar çünkü: duygular kalmıyor sonsuza kadar; kalpler oturmuyor onlar için yapılan koltuklarda ya da bir gözyaşı donmuyor dökenin yanağında usulca.
Üzüntü esiyor savuruyor sevgililerin saçlarını; acı zaten zamanın en popüler aşçısı. Bir tutam sevginin üstüne döküveriyor eline geçen ihaneti, sancıyı.
İnsanlar bilmiyorlar.
Hwang Hyunjin de o gün bilmiyordu.
Sabah bir telefon aldı; henüz duşunu bile alamamıştı ama az önce duyduklarından sonra cüzdanını dahi yanına almadan evinden çıktı. Yürüdü yürüdü, gözleri sokaklarda uzun zamandır özlemini çektiği dağınık saçları arasa da onlardan eser bile bulamadı. Otobüse binmedi ya da taksi çevirmedi; ciğerleri yanıyordu sanki, kalbi kasılıyordu. Hava almak istese de her seferinde içine kül çekmiş gibi boğulup tökezliyordu. Gidecek bir yeri yoktu, gitme isteğine de sahip değildi zaten. Sadece nereye olursa uzaklaşmak istiyordu.
Çoğu insan gitmek, kaçmak ve uzaklaşmak arasındaki farkı bilmezdi ama o biliyordu.
Şu anda kaçmak istese de bir işe yaramazdı bu yüzden sadece uzaklaşmayı deniyordu.
Sıkışmıştı, kapana kısılmıştı ve yapacak hiçbir şeyi yoktu.
Hana'nın geçmişinin altında kalacak biri olduğunu hiç düşünmezdi. Dışarıdan öyle umursamaz, öyle kopuk görünüyordu ki çoğu zaman kızın gökten bir anda inip yaşamaya başladığını düşünürdü. Onun varlığının bir başı sonu yok gibiydi.
Rüzgâr esti, Hyunjin sıkıntıyla iç çektikten sonra kendini henüz yeni kesildiği için biraz rahatsız edici kokan çimlerin üzerine bıraktı. Hafiften titreyen ellerine aldırmadan cebine sıkışmış telefonunu çıkarttı ve Lim Sejun'un bu sabah ona attığı videoyu açtı.
Kısa, çelimsiz, savruk saçlı kızın biri kadraja girdi. Seul Spor Lisesi'nin soyunma odasıydı burası. İçeride oturan seyircilerin tezahuratları ta oraya geliyordu. Kız mavi metal kapaklı dolabını açtı ve içeride avucunun içine bir şeyler döktü. Ardından da etrafta kimse olmadığından emin olmak için etrafa bakındı.
Avucundakileri tek seferde yuttu.
Yüzü ekranda tam görünmese de kollarındaki çarpık dövmeleri ve siyah, çene hizasındaki saçları onu ele veriyordu. Üzerinde az sonra çıkacağı müsabakada ona hız kazandıracak, pahalı olduğu her halinden belli bir yüzücü mayosu vardı. Aynı takımın parçası gibi gözüken bonesi ve gözlüğü de bench'te duruyordu.
Birkaç yıl önceki Kim Hana, dolabını kapatmadan hemen önce bir saniyeliğine de olsa onu çektiğinden habersiz olan kameraya doğru baktı. O sırada kapatmakta olduğu dolabın içinden kadraja satışı yasaklanmış bir ağrı kesici şişesi girdi.
Ve kayıt bitti.
Hyunjin gözlerinden dökülen yaşlara engel olamadan kollarını bacaklarının etrafına sardı.
"Biri bu videoyu bize gösterdikten sonra onunla konuştuk. Sorununu halletmek için elimizden geleni yaptık. Başta sadece gevşemek için bir tane aldığını söylemişti. Sonra iki tane içtiğini gördüm. Bir sonrakinde üç tanesini hiç düşünmeden boğazından aşağı yolluyordu. Durması gerektiğini söyledim. Sinirlendi. Bir gece Seungwoo'yla kavga etti. Yaşadıkları evi kırdı döktü. Artık onun arkadaşları olmadığımızı söyledi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Juliet Is Dead
FanfictionHwang Hyunjin, Kim Hana'nın canını yakmak istiyordu. Çünkü onun daha önce hiç ağlamadığını duymuştu.