"SeoNeul çiçeğim gelmiş!"
Kapıyı açan Jungwoo'nun söylediği şeye gülümseyip içeriye girdim ve ayakkabılarımı çıkardım. Aynı zamanda hafifçe eğilerek selam verdim. "Selam oppa, nasılsın?"
"Çok, çok açım. Teyze bize yemek hazırlıyor, gidecek birazdan. Mutfakta görürsen şaşırma. Sen nasılsın? Duyduğuma göre terfi almışsın."
Jungwoo benim için montumu ve çantamı askılığa astı. Bahsettiği teyze, aslında teyzeler, yurda gelip yemek ve temizlik işlerinde parmakları olup üyelere göz kulak olan görevlilerdi ve neredeyse her gün geliyorlardı. Buraya ilk geldiğim zaman mutfakta bir teyzeyle karşılaşınca çok korkmuştum, yanımdaki pamuktan adam da bunu biliyordu o yüzden böyle bir uyarı yapmıştı.
Ve evet, Jungwoo benim için pamuktan adamdı çünkü pamuk gibi bir yüzü ve kişiliği vardı. En azından bana gösterdiği kadarıyla pamuk gibiydi.
"İyiyim," dedim ve sonra en son dediği şeyi hatırlayıp ona merakla baktım. "Terfi mi almışım?"
Beraber koridorda yürürken bana bakıp, "Kayıt stüdyosunda çalışıyormuşsun artık ya," dediğinde benim de dudaklarımdan, "Ha o konu," diye bir onaylama çıktı. "Evet, bayadır oradayım ama resmi olarak ekibin o kısmına katılmama daha var."
Birlikte lambaları sönük olsa da hafif aydınlık koridordan geçip mutfak kısmına döndük. Dikdörtgen masada abim ve Yuta oturuyor, önlerine dizilmiş, üzerlerinden duman çıkan yemek tabaklarından bir şeyler yiyorlardı. Jungwoo da beklemeden duvar tarafında oturan Yuta'nın yanına otururken ocağın başına dikilmiş tencerede bir şeyler karıştıran teyzeye dönüp şirin bir sesle, "Ellerine sağlık teyze," dedi ve çubukları eline aldı.
Abim bana baktı. Ben ona baktım. Bana dil çıkardı. Ben de ona dil çıkardım. Sonra yemeğine döndü.
"Seo, otur sen de ye." Ağzı yemek dolu olan Yuta eliyle abimin yanındaki sandalyeyi işaret edince gülümsedim.
"Yiyip geldim, size afiyet olsun. Ben ellerimi yıkayıp geliyorum."
Koridora dönüp ilerlerken yanından geçtiğim salona bakındım fakat gri koltuk boş, televizyon kapalıydı. Mark orada değildi. Büyük ihtimalle odasındaydı ve ben banyoya girip ellerimi yıkadıktan sonra kendimi odasına doğru yürürken bulmuştum.
Üzerimdeki dar, siyah bluzu ve aynı renk dar kotumun belini düzelttim. Son olarak enseme doğru şıpıdık ev topuzu yaptığım saçlarımdan çıkışan tutamları kulağımın arkasına yollayıp beyaz kapısıyla bakıştım.
Kalbim küt küt atarken elimi kaldırdım ve tahtaya üç kere hafifçe vurarak kapıyı tıklattım. Bir iki saniye bekleyip kapının kulpunu indirdim ve koridorun karanlık noktasından ayrılıp araladığım kapıdan beyaz ışıklı odaya girdim.
İlk baş Mark'ı göremedim. Sol taraftaki duvarı tamamen kaplayan kahverengi dolabı, dolabının dibindeki koyu gri çarşaflı, çok da toplu olmayan yatağı, kılıfındaki gitarı, yerdeki siyah çantası ve yatağının üstündeki gri banyo havlusu dikkatimi çekti. Perdeleri kapalıydı, ayrıca odadaki diğer yatak da yapılı öylece duruyordu.
Odaya girince fark etmediğim kurutma makinesinin sesi birden kesilince bakışlarım sağa, odadaki banyonun kapısına döndü. Ellerim arka ceplerimde, gergince odada dikilip beklerken kapı çok geçmeden açıldı. Mark başı eğik bir şekilde banyodan çıkıp duvara elini atıp banyonun ışığını kapatırken şarkı mırıldanıyordu. Üzerinde koyu yeşil, düz bir kazak ile siyah eşofman altı vardı. Kapıyı da kapatmak için arkasını döneceği sırada beni gördü ve yerinden sıçradı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Far From Any Road
Fanfictionbazı şeyleri bir kere sevdiğiniz zaman sonsuza kadar sizin olurlar. © dububaoziㅣmark lee all rights reserved kitap kapağı ㅡ Lorbeer Design