25 : her şeye rağmen, yine de..?

1.2K 191 204
                                    

Yaklaşık iki buçuk saat boyunca pek bir şey yapmamıştım. Başkan konuşmasını yapıp plaket ve çiçekleri sahiplerine alkışlar eşliğinde vermiş, sonra EXO grubu adına kutlamaya katılmış olan Baekhyun şarkı söylemiş, ardından da her şey dinmişti. Herkes birileriyle muhabbet edip şampanyalarını yudumlarken ben de iki kadehi mideme gergin olduğum için göndermiştim. Elim üçüncüye giderken Eunho beni durdurmuştu.

Gergindim tabii ki. Nasıl olmazdım ki? Resmen batırdığım hatalarımla yüzleşip konuşacaktım, konuşmayı kabul etmiştim. Gerçekten de kendi çukurumu kendim kazmakta üstüme yoktu, çekeceğim acıyı bile kendim çekiyordum hayatıma.

Masadakilerle muhabbetimin ardından Dowon ile vedalaşmış, onu kapıya kadar geçirmiştim çünkü bir daha ne zaman görüşeceğimiz bilinmez bir şeydi. İçeriye geri döndüğümde de Yoonoh yanıma gelmiş ve biraz konuşup dertleşmiştik. Yoğunluğundan ve gün içinde comeback için yaptıkları çalışmalarından biraz bahsetmişti.

Kutlama sona erdiğinde ve üzerime yorgunluk çökmüş bir halde masada oturup konuşmaları dinlemeyi bitirdiğimde saat gece yarısına geliyordu. Herkes ayaklanıp ağır ağır kapıya yürürken ve birbirleriyle vedalaşırken ben de ayaklanıp sunbaelerimle aynı şeyi yaptım.

"İstiyorsan seni bırakabilirim Seo, Eunho'yu da bırakacağım." Ayoung koluna çantasını atıp sandalyesini geriye çekerek kalkarken bulunduğu teklif karşısında gülümseyip başımı iki yana salladım.

"Yok unnie, arkadaşım alacak beni. Siz gidin dikkatlice."

Ardından hep beraber montlarımızı almak için kapıya ilerledik fakat ben onlardan ayrılıp kendimi ilerideki karanlık koridorda olan lavaboya attım.

Sarı ışıklandırmalı lavabonun geniş ayna kısmına hızla ilerledim ve beklemeden çeşmeyi açıp ellerimi suyun altına soktum. Soğuk su cildimin üzerinde akıp beni üşütünce ıslanmış ellerimi yanaklarıma bastırdım. Yüzümü yıkamak istiyordum fakat az da olsa yaptığım makyajın dağılıp kötüleşmesini istemiyordum. Biraz başım dönüyor gibiydi, aynada kendi yansımama bakıp çeşmeyi kapatırken dudaklarımdan bir, "Offf..." sesi çıktı. "Ne yapacağım ben..."

Ellerimi düz mermere yaslayıp başımı eğerek sakinleşmeye çalıştım. Derin bir nefes aldım ve duruşumu dikleştirip aynaya döndüm. Kendi yansımamla savaş verircesine bakışırken işaret parmağımı ona doğrulttum. "Elin Kanadalısı için kendini böyle yıpratamazsın," dedim kararlı bir ses tonuyla. Daha sonra sağ taraftaki peçetelikten bir tane peçete kopararak ıslak ellerimi sildim. "Üzülme artık. Üzülme. Bir hafta ağladığın yetmedi mi ekmek kafalı?" Peçeteyi çöpe atıp elime çantamı aldığım gibi lavabodan ayrıldım.

Herkesin montlarını bıraktığı askılıklardan kendi siyah, şişme montumu bulup üzerime geçirdim. Ayağımda Oxford model düz taban ayakkabılar olmasına rağmen sanki 10 santimlik topuklu ayakkabı giymişim gibi tabanlarım ağrıyordu. Çantamı kolumun altına sıkıştırıp montumun önünü kapattım. Çıkış kapısına ilerlerken gözlerim etraftaki bedenlerde dolandı, daha sonra kenarda menajerleriyle bekleyen Yoonoh'u ve bir iki diğer üyeyi görüp oraya ilerledim.

Abim de beni gördü ve eliyle o tarafa gelmem için kısa bir hareket yaptı. Dudağımın iç tarafını gergince dişlerken etrafa bakınıp yanına gittim. Mark yoktu, çoktan otoparkın oraya gitmiş olmalıydı.

"Yemek yemeye mi gitsek? Bir saat boşluğum var." Abimin yanına gittiğimde kolundaki gümüş saate bakarak sorduğunda içimde garip bir his oluştu. Onunla gitmek istiyordum, çok özlemiştim ve ben de açtım.

Fakat Mark'a tamam dedikten sonra böyle bir şey yapamazdım. "Üzgünüm," dedim dudaklarımı büzüp. "Bugün Bora'ya sözüm vardı."

Yoonoh uzanıp alnıma parmağıyla hafifçe vurdu. "Satıcısın satıcı. İnsan abisiyle zaman geçirir." Alnımı ovuşturup ona üzgünce baktığımda o da bu halime bakıp dudak büzdü. "Tamam hadi tamam. Bir dahakine çıkarız yemeğe. Bora mı alacak seni? Yoksa bırakmamızı istiyor musun?"

Far From Any RoadHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin