6 : kısa market anıları

1.2K 206 71
                                    

"Şu yurdun konumunu at diye kırk kere dedim sana. Kayboldum işte."

"Ben de sana kırk kere dedim ki köşedeki yirmi kere gittiğimiz marketin önünde bekle çocuklardan biri gelip alacak seni."

Sinirle söylenerek telefonu abimin yüzüne kapatırken telefonumu cebime attım ve çoktan önünde dikildiğim marketin önünde beklemeye devam ettim.

Baştan alalım.

Taksiye binerek Bora ile buluşacağımız restorana girdiğimde beni güzel bir elbiseyle karşılayıp 15 dakika boyunca güzel giyinmediğim için beni bir güzel azarlamıştı. Ardından ayırttığı masada davet ettiği iki yaşıtımız olan çocuğu beklemeye başlamıştık. Çok aç olduğum için masaya getirilen ekmeklerden biraz yemiştim bile.

Gelen iki çocuktan biri, Jihoon, Bora'nın flörtüydü. Diğeri ise ortak bir arkadaşlarıydı ve Jihoon'un tayfası gibi o da yakışıklıydı. Tabii ki buluşmanın amacı olan tahmin ettiğim görücü usulü randevu çuvallamıştı çünkü yemek boyunca çocuk bana yürümeye çalıştıkça ben sadece yemek yiyip bir kadeh şampanyayı mideye götürmüştüm. Çocuk da yüz vermeyen halimden umut olmadığını anlayıp bana yürümeyi bırakmıştı. Yemeğin sonuna kadar sıradan muhabbetler etmiştik. Çocuk sonrasında beni eve bırakmayı teklif etmiş ama ben abimin beni alacağıyla ilgili bir bahane uydurmuştum. Lakin bu da fayda etmemiş, abim beni almaya gelene kadar bekleyeceğini söylemişti. Ben de çocuğa siktiri basmak zorunda kalmıştım çünkü laftan anlamıyordu.

Ayrıca bugünlük taksi ve yemek parası da bir güzel girmişti. O şampanyadan iki bardak içmeyecektim.

Kısacası şu ana kadar tüm günüm tam bir fiyaskoydu. Eve gidip kredi kartına gelen para yüzünden azar işitmek istemediğim için anneme abimin yanına gideceğimle ilgili bir mesaj yollayıp yurdun yolunu tutmuştum.

Buradaydım işte. Buz gibi bir gecede, yurdun yakınlarındaki marketin önünde yüzümü atkıya deve kuşu gibi gömerek beni almaya gelecek kişiyi bekliyordum.

Ayrıca cidden morallerim alt üst olmuştu. Sabahtan şirkette yine kimse bana yüz vermemişti, daha sonra kendimle yaptığım psikolojik çatışmada yenik düşmüştüm, ayrıca berbat bir sürpriz-ama-çok-da-sürpriz-olmayan bir randevu geçirmiştim. Param neredeyse bitmişti, ayrıca çok az çakır keyiftim. Bugün başıma gelen en güzel şey abimin dönmüş olması ve içtiğim iki kadeh şampanyaydı.

Gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım ve olumsuz düşüncelerden kurtulmaya çalıştım. Moralimi bozmama gerek yoktu, başıma kötü bir şey gelmemişti bile. Yalnızca fazla duygusal davranıyordum, üzülmeye gerek yoktu.

"Hey."

Arkamdan gelen sesle oraya döndüm. Yüzüne maskesini geçirmiş Mark birkaç adım uzağımdaydı. Siyah maskesi yüzünde, hoodiesinin koyu yeşil kapüşonu kafasında yerini almıştı. Kaşlarım istemsizce çatıldı. O niye buradaydı ki şimdi? Yanımda olmasını istediğim son insandı. "Niye abim gelmedi de sen geldin?"

"En küçük olduğum için," dedi bıkkın bir sesle. Ardından markete doğru bir iki adım atarken eliyle gelmem için kısa bir hareket yaptı. Bakışları düzdü. "Birkaç bir şey almamız lazım. Gel hadi."

O önden, ben arkadan otomatik açılan market kapısından içeriye girdik. İçerisi dışarıdan belki bir tık daha sıcaktı fakat yine de üşüyordum.

Mark meyve reyonuna gidip cebinden çıkardığı alışveriş çantasına muz koydu. Ardından yine önden ilerleyip dolapların olduğu yere gelerek iki paket sütü de çantaya yerleştirdi. Canım birden çikolatalı süt istedi ve onun verdiği gazla büyük adımlar atarak Mark'ın soluna geçtim ve kapatmak üzere olduğu dolabın kapağına hayatım pahasına tutundum. Ben öyle agresifçe tutununca bana ne olduğunu anlamayarak döndü. Bir şey deme gereği duymadan uzandım ve iki tane çikolatalı süt aldım.

Far From Any RoadHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin