5. Bölüm

8.8K 603 210
                                    

Yazamıyordum uzun zamandır. İçime sinmiyor gibi geliyordu. Halen biraz içe dönüğüm. Pandemi süreci beni galiba karamsar yaptı biraz. Bu bölüm içime çok sindi. Açıldım adeta. Duygularımın biraz dökülmeye ihtiyacı varmış. Keyifle okuyun. 

Sobada ısıttığım suyla, yatak çarşafını iyice yıkadım. Onu dışarı asarsam eğer, yine yanlış bir şey söz işitirim korkusuyla, koca ahır odasının bir köşesine çakılı çiviye ip gerip, o ipi pencere pervasına astım. Çarşafı odanın içine serdim. Temennim, kuruyana kadar odaya kimsenin girmemesiydi.

Üstümü değiştirmiş, saçlarımı örmüş, yemenimi bağlamıştım, gün ışığına çıkarken Hüsrev'in nerede yattığını düşünmemeye çalıştım. Belki de, benimle olmanın kötü bir fikir olduğunu düşünmüştü. Belki gözyaşlarım onu çileden çıkarmıştı. 

Ahşap kapıyı ardımdan kapattım ve sersemce, ne yapacağımı düşündüm. Yukarı mı çıkmalıydım? Yoksa bir sığıntı gibi hep odamda mı yaşayacaktım? 

Yeni doğan güneş turuncu ışıklarıyla yaprakların arasından bana göz kırpıyordu. Gübre, çim ve bahçenin etrafında kendiliğinden yeşeren yabani kekik kokuları birbirine karışıyordu. Ellerini kaldırıp onlara dokunmak istedim. Hediye'nin sözlerini anımsayınca ellerimi sakınarak geri çektim. Etrafa göz gezdirdim. Kocaman avlunun ortasında su kuyusu vardı. Bu, köy evleri inanılmayacak ölçüde güzel bir şeydi. Kuyu açtırmak da, oldukça maliyetliydi. Kuyuya doğru eğildim, gümüşi bir ışıltı oynaşıyordu. Kenarından tutup, halatı çevirdiğimde gelen su sesi, heyecanla yüzüme bir gülümseme kondurmama sebep oldu. Kuyuya gitmeye gerek yoktu. Buradan su alıp her işimi görebilirdim.

"Pis ellerinle dokunup kuyuyu kirletme." İrkilerek halatı bıraktım. Halatın ucunda ki koca şapırdayarak derin kuyuda sekti.

"Böyle bir şeyi ilk kez görüyorum," diye gülümsedim. "Göle gitmene hiç gerek kalmıyordur."

"O su ineklere, yemeklere ve bize anca yetiyor. Sen, kıyafetlerini yine gölde yıkayacaksın."

İçimde filizlenen hüsranı hiçe sayarak mırıldandım. "Neyse, göle gitmeyi seviyorum neyse ki."

"Gerçekten saf mısın, yoksa kıt akıllı mı bilmiyorum." Bana homurdandı, yemenisini omzundan attı ve elime bir tırpan tutuşturdu.

"Takip et beni," dedi. 

Daha biz bir şeyler yemeden, hayvanların altını nasıl temizleyeceğimi, onları nasıl yemleyeceğimi öğretti. Köy kızıydım. Annesiz büyümüştüm. Elbette elimden her iş gelirdi. Ama koca saman balyalarını kaldırıp indirmek, tezzekleri el arabasıyla ahırın arkasına taşımak, koca danaları hareket ettirmeye çalışmak ilk kez yaptığım şeylerdi. Midemin açlıkla sızlaması da cabasıydı. Elimi yanı başımda ki ineğe doğru dayayıp fısıldadım. "Keşke şuan senin gibi kaskatı bir inek olsaydım. En azından samanımı yer, suyumu içer, olduğum yere yatıverirdim."

"Hayvanlarla konuşabiliyorsun demek?"

Sıçradım. Hüsrev, ahırın kapısında durmuş, tulumunun bağını düğümlüyordu. Bana bakan gözlerin hafif alay vardı. Arkasından vuran ışık ahırı aydınlatıyordu. 

"Ben konuşuyorum ama inek marifetsiz. Anlamıyor."

"Onun dilinde konuşmuyorsun da ondan."

"Sen anlıyor musun bu dilden?" Öfkeyle yerinden oynamayan ineğe baktım. "Altı leş gibi ama hareket ettiremiyorum."

"Daha önce hiç sığırlarla ilgilendin mi?"

"Koyunlarla," dedim hüsranla. "Onlar ufak, bol tüylü olurlar. Ayrıca gübreleri de bu kadar çok olmaz."

Zühre Gelin "Gelin Serisi 2"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin