Gripin – Nasılım Biliyor Musun
Zakkum – Ben Ne Yangınlar Gördüm
3. EJDERHANIN DİLİNDEN DAMLAYAN YALAN
Ruhum karnını avuçlamıştı, bakışları acı doluydu. Gözleri olduğu odanın duvarlarında geziniyordu, kendini hiç iyi hissetmiyordu; bayılıp kalacak gibiydi. Ne hissettiğini bilmiyordu, ağladı ağlayacaktı, dokunsalar ağlayacaktı ama dokunan kimsesi yoktu. O kadar yalnız hissediyordu işte. O kadar yalnızdı, zamanında yalnız bırakmışlardı onu. Herkes bir bir gitmişti, doğum gününden bir gün önce bırakmışlardı onu, bu çok acıtıyordu canını. 21'ni ona zehir etmişlerdi, o zehir bir ejderhanın boğazından damlıyordu. Ejderhanın kalbi kömür karasıydı ama onu yalnız bırakanların kalbine benzemiyordu, onlardan çok daha iyiydi kalbi.
Bakışlarımı toprağa gömercesine gömdüm gözlerine. Kimse buraya gelip benim canımı acıtamazdı ki haksızlık da yapmıyordum bu kararımda. Çıkması gerekiyordu, hatta hiç girmemesi gerekiyordu ama girmesine bile bir şey söylememiştim. Dudaklarımdaki iğne iplikle diktim bakışlarımı, bal rengi gözlerine. Zamanında çok sevdiğimi söylüyordum ona, gözlerini. Balı çok severdim çünkü, gözlerine de ne çok yakışıyordu. Belki de gözlerini beğenip gitmişti.
Ortamı dağıtsan diyorum, çok saçma bir ortamdayız.
Haklısın, biz bunu hak etmiyoruz.
Aynen, böyle devam işte.
Kendimden aldığım güçle tekrar ikâz ettim, acımayacaktm. "Çıkarın, kapının önünde bekleyin. Yunus, sen çıkabilirsin."
"Emredersiniz Komiserim," dudağımdaki tehlikeli sırıtışı sildim, tek kenarını usulca kıvırdım. Gözde'nin bal rengi gözlerini kocaman açılmıştı, Celâl'e de aynısı olduğundan emindim, ama önemsemiyordum; önemsemeyecektim.
"Ne?" diye cırladı bir anda, o ince, anlatılabilirse cırtlak sesiyle. "Hayır! Bunu yapmaya hakkın yok!" Başını sertçe, korkuyla iki yana sallıyordu. Dalga geçercesine güldüm. "Bak sen ya, kim söyledi bunu sana?" Dilimi alt dudağıma vurdum. "Şu an sorgudaki, görev başındaki polis memurunu alıkoyuyorsun. Sana dışarı çıkman gerektiğini uyardığımı hatırlıyorum?" Yunus aramıza geçmişti, elindeki kelepçeyi ellerine geçiriyordu. Gözde'yle bakışmamız kesilmişti. "Uyarmadım mı ben, arkadaşlar?" dedim daha sonra, sesimi yükselterek. Sert bir insandım, bunu ben dışında herkes biliyordu. Çekinenler bile vardı, aslında benden çekinmelerine gerek yoktu. Sorun çıkarmasalar yeterdi.
Birkaç kişiden onaylayan mırıltı döküldü. Yunus Gözde'ni ellerini kelepçelemiş, arkasında geçmişti ve koluna girmiş, onu tutuyordu. Konuşmamız henüz bitmediği için çıkarmamıştı dışarıya.
"Bak, gördün mü? Şahitlerimiz de pekâlâ var, bana bunu hakkım olmadığını söyleyemezsin çünkü senin de içeriye girmeye hakkın yok? Kapıdaki hemşire ve doktor arkadaşlarım durdurmaya çalıştı seni? Sen buradasın ama?"
Daha fazla uzatmadım, bakışlarımı Yunus'a çıkarıp kapıyı işaret ettim. "Bir sorun olursa diye kapıda durursun Yunus, ikinci bir olay istemiyorum. Vakit kaybı." Yunus Gözde'nin koluna girmiş dışarı çıkarırken Gözde'nin nefret ve korku dolu bakışları bendeydi. Nefret edebilirdi, umurumda değildi çünkü. Kapıya dönüp doktora ve hemşirelere bakış atarak gülümsedim, "Teşekkür ediyorum, gerisi bizde."
"Kolay gelsin Komiserim," dedi doktor; ardından arkasını dönerek çıktı içeriden. Diğerleri de tebessüm ederek doktorun arkasından çıkmışlardı. Şimdi içeride Berkay, Ayşegül ve ben kalmıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖVÜŞ OYUNU | MÂHÎ BİR
Mistério / Suspense❝Bir travma, sizi nereye kadar ulaştırabilir?❞ Küllerinden doğan vardı, bir de ölümünün ardından küllerini gömen. Genç kadın ise ikisini de olamayacak kadar yaralıydı. Aybeniz Asya Akyüz. Ruhu, bir sonbahar ayında, yalnız bir bankta canice katledil...