5

50 6 2
                                    

Buz gibi elimi çenemin altına destek yapıp karşımdaki duvara baktım. Soğuktan üşüyordum ama üzerime ince şeyler giymiştim. Oysa ben hep üşürdüm. Kalbim hep soğuk ve buzluydu. Güneş oraya hiç uğramamıştı. İçimi ısıtmayı gerek görmemişti. Biliyordu ki içi yaralarla dolu birini iyileştirmek çok zordu. Kim uğraşmak isterdi ki onunla?

"Ben!" diye bağıran Luke'a kafamı çevirdiğimde sesli düşünüp düşünmediğimi sorguladım. Ama bana değil de arkadaşlarıyla konuştuğunu görünce rahatladım. Gülerek Calum'un üzerine atladı ve dördü birlikte yemekhaneden çıktı.

Ben içini insanlara döken biri değildim. Siyah kalbimi, yaralı avucuma alıp içini açıyor, duygularımı günlüğümün boş sayfalarına yazıyordum. Olan biteni bir tek onlar biliyordu. Cesaretim bu kadardı.

Ya da ben konuştuğumda tüm kelimeler tükeniyordu.

Tabağımdakileri inceledim. Portakal suyu, brokoli, patates püresi vardı. Klasik cuma günü yemeği. O kadar da kötü olamaz diyerek brokoliden bir parça alıp çiğnemeye başladım. Pişmişken tadı çok garipti. Portakal suyundan koca bir yudum içip brokoliyi yuttum.

Öğle arasının en sakin saatlerindeydik. Büyük yemekhanede dört kız arkadaş oturmuş dedikodu yaparak yemeklerimizi yiyorduk. Aslında yediğimiz söylenemezdi. Çünkü bu yemekleri pek sevmezdik.

Cassie garip bakışlarıyla tabağını inceledi. "Brokoliyi pişirmek kimin aklına geldi?"

Molly omuz silkti. "Umurumda değil. İyi ki yapmış." dedi ve brokolisini ağzına attı.

Hepimiz garip bakışlarımızla onu süzdük. O da bize aynı şekilde baktı ve konuştu. "Ne? Brokoliyi seviyorum."

Angeline tabağını Molly'nin önüne itti. "Güzel. Bunu da ye o zaman."

Molly kafasını sallayıp çatalını brokoliye batırdı.

Biz kendi aramızda konuşmaya devam ederken hoparlörden küçük sesler geldi. Sonra biri konuşmaya başladı. "Çarşamba günü yapılacak olan basketbol maçına hazır mısınız?"

Yemekhanedeki herkes çığlık atmaya başladı. Ellerini ağızlarının kenarına siper etmiş tezahüratçılar, elleriyle alkış tutanlar, bağıranlar ve daha fazla aptala baktım. Çoğu kızdı.

Ses konuşmaya devam etti. "Onlar için moral alkışı istiyoruz!" dediğinde herkes bağırarak alkışladı. O sırada basketbol takımı içeri girdi. Luke başta yürüyordu ve gülümseyerek insanlara bakıyordu. Gözlerimi ondan çekip diğerlerine baktım. Arkadaşları da hemen yanındaydılar.

"Calum Hood'un kasları için yaşıyorum."

"Aman Tanrım! Ashton'ın bandanasına bakın. O harika."

"Michael çok havalı."

"Sanırım Luke sadece gözleriyle beni orgazm edebilir."

İğrenerek azgın kız grubuna baktım. Hepsi ağızları açık bir şekilde takımı süzüyordu. Elimi ağzıma götürüp kusuyormuş gibi yaptım. Cassie beni fark ettiğinde kahkaha attı. Ben de ona bakarak güldüm.

Luke ve takımı, yemekhanede gördüğü arkadaşlarıyla selamlaşıp konuşmaya başladılar. Angeline, Michael'a bakışlar atarken Michael sırıtarak birden ona baktı. Sonra yanına gitti. İki aptal aşık.

"Maça geliyorsun, değil mi?" diye sordu Michael.

Angeline kafasını salladı. "Tabii ki geleceğim. Seni izlemek için sabırsızlanıyorum." dediğinde Michael gülümsedi ve onun saçlarıyla oynadı.

O sırada Luke ve diğerleri de geldi. Kafamı başka tarafa çevirip onunla göz göze gelmemeye çalıştım. Dün geceden sonra onunla konuşmayı düşünmüyordum. Onun da beninle konuşacağını sanmıyordum.

Hey, Black Heart!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin