15

17 1 0
                                    

Luke ve takımı gayet güzel oynamalarına rağmen diğer takıma karşı o kadar da iyi değillerdi. Son periyodu oynuyorlardı. Aralarında büyük bir fark vardı. Herkes şaşkınlıkla diğer takımın nasıl bu kadar hızlı ve iyi oynadığını seyrediyordu. Her şey çok garipti. Bunun normal olduğunu sanmıyordum.

Diğer takımın kaptanı ve Luke topun peşinden koşarken diğer çocuk Luke'a çelme taktığında Luke sağ omzunun üstüne sertçe düştü. Acıyla tüm salonu inlettiğinde korkarak ayağa kalktım. Tribündekiler ve bizim takım bağırmaya başladığında hakem düdüğünü çaldı ve 'faul' sesi geldi.

Luke olduğu yerden kalkmıyordu. Kalbim hızlanırken bir şey olmaması için Tanrı'ya dua ettim. Takım arkadaşları onun yanına koştuklarında hakem de gitti ve ne olduğuna baktı. Luke kızarmış suratıyla acıyla bağırıyordu. Boğazındaki damarlar iyice belirginleştiğinde ona gerçekten bir şey olduğunu anladım. Canı çok yanıyordu.

Hakem tekrar düdüğünü çaldı. Kalbim deli gibi atıyordu.

Lütfen ona bir şey olmasın.

Salonun çıkış kapısı açıldı ve içeriden sedyeyle birlikte iki personel geldi. Luke'u sedyeye taşıdıklarında hızlıca yerimden kalktım ve koşarak Luke'un yanına gittim. Gözlerini kapatmış ve dudağını ısırıyordu. Yüzündeki acı ifadesinden nasıl hissettiğini anlayabiliyordum.

Spor salonundan çıktıktan sonra Luke'un elini tuttum. Yavaşça gözlerini açıp bana baktı. Gülümsemeye çalışarak konuştu. "Yine buradasın."

Gülümsedim. "Hep buradaydım."

Onu ambulans arabasına bindirdiklerinde personele dönüp konuştum. "Ben de gelebilir miyim?"

"Çok yakını değilseniz lütfen girmeyin." dediğinde Luke cevap verdi.

"Roxanne gelebilir."

Personeller birbirlerine bakıp kafalarını salladıklarında Luke'un karşısındaki yere oturdum ve tekrar elini tuttum. "Çok acıyor mu?" diye sordum ne kadar acıdığını bile bile.

Kapılar kapandığında ve ambulans hareket ettiğinde cevap verdi. "Pek değil." Gülümsemeye çalıştığını fark ettim. Tüm acılarıyla bana gülümsüyordu. Ben de onun elini sıkarak gülümsedim.

&

Hastane koridorunda beklemekten daha kötü bir şey varsa o da çaresizce hastane koridorunda beklemektir.

Yıllar önce ailemle birlikte hastane koridorunda beklerken Jack'i son görüşüm olduğundan haberim yoktu.

On dört yaşındaydım, çocukluğum solduğunda.

On sekiz yaşındaydı kahramanım öldüğünde.

Annem ve babam bana hiçbir şey söylemeden ağlıyorlardı. Onlar zaten biliyorlar mıydı onun kurtulamayacağını? Bana neden söylememişlerdi?

O koridorda içimdeki çocukluk umuduyla bekliyordum. Ağabeyimin yine ayağa kalkacağını, birlikte hastaneden çıkıp dondurmacıya gideceğimizi sanıyordum. Bana her zamanki gibi heyecanıyla bir şeyler anlatacağını düşünüp mutlu oluyordum.

Ama o odadan sağ çıkamadı.

Orada attığım çığlıkları, geçirdiğim atakları, gözlerim yok olurcasına ağlayışlarımı asla unutmuyorum. O koridor bizim için yaşamanın son bulduğu yerdi. Aile olmayı unuttuğumuz, sadece bir kavrama sığdırdığımız yerdi.

Annem odanın kapısını yumruklarken babam onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Güçlü durmaya çalıştığını biliyordum. O göz yaşlarını içine akıtıyordu. Geceleri ortaya çıkıyordu ve yatağında ağlıyordu. Bunu hiç unutmamıştım. Üç ay boyunca aynısını yapmıştı. Sonra evden gitmişti ve annemle benim tamamen koptuğumuz zaman dilimine giriş yapmıştık.

Hey, Black Heart!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin