11

280 47 56
                                    

Daha önce hiç birini kaybettiniz mi? Peki ya daha önce hiç hayatınızı birlikte geçirdiğiniz birini kaybettiniz mi? Veya en yakın arkadaşınızı? Günlerinizi geçirdiğiniz ve yeni anılar yaratmak için canla başla çalıştığınız, onun için canınızı bile verebileceğiniz birini kaybettiniz mi peki?

Baam kaybetmişti. Aslında o hep kaybetmişti. Daima, başından sonuna kadar. Kaybetmeyi sevmiyordu, kim severdi ki zaten? Kaybedecek çok bir şeyi yoktu aslında bakılırsa. Birkaç arkadaş ve belki de birkaç eşya. Her şeyden önce bunlar ona yetiyordu. Kaybedecek çok fazla şeyi olmasa bile onlara sıkı sıkı sarılmayı seviyordu.

Baam'ın en büyük yanlışı ise henüz kaybetmediklerinin değerini bilmemesiydi. Bilememesi.

Tıpkı bir parmağını kaybetmek gibi bir şeydi bu. Hani tüm parmaklarınız yerinde olduğunda o işi düzgünce yaparsınızda bir parmağınız eksik olduğunda yapabilecekleriniz sınırlı düzeyde kalır ve o parmağınızın eksikliğini yaşardınız ya, tıpkı böyle bir şeydi. O parmağınızın eksikliğine alışmanız gerekiyordu. Ama o parmağınız gidene kadar o parmağın sizin işinize ne kadar yaradığını ve yardımcı olduğunu bilmezdiniz bişçe Böyle bir şeydi işte.

Nitekim Baam zaten hayatına yeterli sayıda parmakla başlamamış kaybetmekten korkacağı kadar değer verdiği bir şey olmamıştı en başta. Baam'ın hiçbir zaman feda edeceği sonsuz sayıda parmağı yoktu ki. O zaten birkaç parmak eksik başlamıştı hayata. Ve şimdi her bir parmağını kaybediyordu göz göre göre. Sevdiği ve değer verdiği insanlar ondan bağımsız olarak uzaklaşıyordu ondan. Özellikle en sevdiği parmağı. En çok değer verdiği. O olmassa hiçbir işi gerçekleştiremeyeceği.

Şimdi ki süreç yanlızca alışması içindi. Birkaç parmak eksik yaşamaya her zaman ki gibi alışması gerekliydi. Kim bilir belki de yerini dolduracak birileri çıkardı.

Baam düşüncelerinde kopup gitmişken bir yandan da ondan istemsiz olarak yastığa damlayan gözyaşlarını kazağının kollarıyla siliyordu. Nerde miydi? Evinde miydi? Sanırım artık bir evi bile yoktu.

Kapının aralandığını duydu. Dönüp bakmadı çünkü gözyaşları yüzünden göremeyeceğini biliyordu.

Kapıdan içeri giren beden baş ucundaki komidine bir tabak bıraktı. Gözlerini kapattı sıkıca Baam. Tabağın komidine vurma sesi yankılandı boş odada.

Saçlarının okşandığını hissetti. Gözlerini yavaşça araladı. Sahi, daha tüm parmaklarını kaybetmiş sayılmazdı değil mi?

Önünde çömelmiş saçlarını yavaş hamleler ile okşayan beden ona endişeli gözleriyle bakıyordu. Bir yandan da üzgün.

"Bir şeyler yemelisin." dedi Khun. Baam'ın onunla konuşmayacağını hatta eğer acele etmesse çocuğun bu durumdan daha da çok etkileneceğini farketmişti.

Baam başını yataktan kaldırdı. Hala daha saçını okşayan parmaklar anında geri çekilirken gözlerini silerek gülümseyerek bakmaya çalıştı karşısındaki bedene. Üzmüştü onu değil mi? Hiç hakkı yokken ona en çok değer veren insanı üzmüştü. Nefret etti kendinden.

Gerçekten hep birileri onu bıraktığında ağlayacak mıydı böyle? Ya sıradaki de Khun olursa, o zaman ne yapacaktı? O zaman kime sığınacaktı? Aklını başına toplaması lazımdı. Ne zamana kadar kendini yıpratmaya devam edecekti? Ne zamana kadar ağlamak için yanında birilerine ihtiyaç duyacaktı?

Yatakta doğruldu. Hala daha akmakta olan gözyaşlarını parmaklarının ucuyla tuttuğu kazağının koluna sildi hızlıca. Gözlerinin altı sürekli olarak silinmekten dolayı tahriş olmuş bir şekilde kıpkırmızıydı.

Don't ignore me.  [𝚔𝚑𝚞𝚗𝚋𝚊𝚖]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin