12: a love that nobody could destroy

24.4K 2.2K 1.7K
                                    

Bugün umutlarımın en çok toplanıp içimde yeşermiş birer tohum taneleri olduğu gündü. Nasıl oldu bilmiyorum ama Jungkook'la gerçekten bir tık daha yakınlaşmış olmak beni çok mutlu ediyordu. İster arkadaş olsun ister flört olsun her şekilde onunla olan bağım kuvvetlendikçe ben daha çabuk toparlanıyordum. Üstelik en son ki konuşmamızdan sonra üzerime kurduğu imalar ve hatta kendini aşıp bıraktığı imalar aklıma geldikçe gülümsemek istememe neden oluyordu. Elbette fırsat kolluyordum bu konuda çünkü onu çok özlemiştim. Kapının önünde onları beklerken de tam olarak bunları düşünüyordum ve açıkçası üzerimde değişik bir heyecan vardı. Geldiklerinde ne yapacaktım? Nasıl yakın davranacaktım? Doğal mı davranmalıydım? Kendimi Jungkook'la ilk defa randevuya çıkıyor gibi hissediyordum.

Açılan kapıyla oraya döndüm. Gerçekten hayatımda karşılaştığım görüntü şüphesiz bu olabilirdi. Jungkook giydiği açık mavi pantolonun üzerine geçirdiği mor kazağıyla o kadar tatlı duruyordu ki gözlerimi alamadım biran. Yüzümdeki gülümsemeyi silmeden güzel oğluma baktım. Üzerine oturan krem rengi tulumu ve altına giydiği renkli çizgili kazağı ile ağzından eksik olmayan emziğiyle birlikte sağa sola bakıyordu. Kapıyı güçlükle çektikten sonra sırtındaki çantanın sapını düzelten güzel eşim bana doğru döndüğünde o da benim gibi gülümsedi ve bakışlarını kaçırdı.

Öpmek istedim o anda.

Yanıma yaklaştıkça Donghyun kucağında kıpırdanıp kafasını sağa sola sallamıştı ki beni gördüğü gibi daha çok hareketlendi ama Jungkook bunun farkına varmadı. Yanıma geldiklerinde ise ne yapacağını bilememiş gibiydi ki kucağındaki Donghyun'a rağmen uzanıp sarıldığımda tek koluyla yetiştiği kadarıyla bana sarılmış ve hafifçe titrediğini hissetmiştim. Tanrım. O an buna nasıl cesaret ettim bilmiyorum ama bilseydim bu adımı çok daha önceden atardım. Güzel bebeğimin kokusu hiç değişmemişti ve o uyanık sakinken tam bir şekilde sarılabildiğim ilk andı. Onunda kolu bana dolanmıştı ki mucize gibiydi. Bir süre çekilmedim ve çekilmek istemedim. Belli etmeden boynunun kokusunu içime çekip gözlerimi kapattığımda eli sırtımda gezindi. Tıpkı benim belinde gezinen elim gibi.

Geriye yavaşça çekildiğimde göz göze gelmiş ve bir kaç saniye daha o şekilde bekledikten sonra gözlerim Donghyun'a dönmüştü ki ağzında ki emziğe rağmen gülümsemiş ve tekrar gevşeyen emziğini hızlı hızlı emip başını babasının omzuna koymuştu ki bu hareketi daha çok güldürdü beni. "Merhaba hyung." diyen eşime döndüğümde gülümsedim ve usulca kafamı sallayıp aynı şekilde karşılık verdim ona. "Merhaba Jungkook, hoşgeldiniz. Bu küçükle ilk tanışmamız olsa gerek." dedikten sonra elimi yavaşça güzel oğlumun yanağında gezdirirken Jungkook'da benim gibi bakışlarını oğlumuza çevirmişti.

"Donghyun bak, o Taehyung hyung. Bizi bugün parka götürecek biliyor musun? Sana oyun arkadaşı bulmuş olduk." dediğinde dudaklarımı gülümseyerek ısırdım. Sanki ben yokmuşum gibi oğlumuzla sohbet etmesi ne kadar güzeldi. "Aslında benimle de çok oynuyor ama 1 yaşına az kalmış anlaşılan. Başka oyun arkadaşları onun için de iyi olur diye düşündüm." tekrar bakışları bana döndüğünde aynı şekilde kafamı salladım. Ne olduğunu bilmeden hala Donghyun'la çok güzel ilgileniyordu. Belki de Donghyun hakkında her şeyi biliyor da olabilirdi. Sadece bizim oğlumuz olduğu kısmı hariç.

"Ona tıpkı sana olduğum gibi çok güzel oyun arkadaşı olacağım." dedikten sonra göz kırpıp arabanın arka kapısını açtım ki o da yavaşça oraya yöneldi. Tabii unuttuğum bir detay vardı ki o da arabamın arka koltuğunda Donghyun için hazırlattığımız bir bebek koltuğu vardı. Böyle bir şeyi nasıl gözden kaçırdım bilmiyorum ama o an elim ayağıma dolaşacak gibi hissettim ve hemen ona baktım. "Şey bir dönem teyzemler benimle yaşıyordu ve onun küçük bir bebeği vardı. Önemli durumlar için bunu arabamda bulundurmaya başladık." dediğimde ise yüzünde hiç anlam veremediğim bir ifade yakaladım.

dont forget | taekook✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin