GERÇEĞİN YANIK YÜZLÜ KIZI

116 17 2
                                    

21.08.2019
21.00 🥂
Thurisaz - Endless...

GERÇEĞİN YANIK YÜZLÜ KIZI

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

GERÇEĞİN YANIK YÜZLÜ KIZI

Karanlığı bölen ay ışığı, çıplak pencereden içeri, odanın ortasına düşüyordu. Evde yalnız olmadığımı biliyordum ancak aşağıdan gelen piyanonun ağır ve ürkütücü gürültüsüne karşı ürkerek tepki veriyordum.

Tanrı yanımda; beni dinliyordu. Onu göremiyordum, onu duyamıyordum, ona inanmıyordum, inanamıyordum... Ama hissediyordum, Tanrı yanımdaydı. Hissizlikten öteye gidemeyen bir duygu bedenimi kaplamıştı. Çaresizliğe benzer bir durumdaydım. Tanrı yanımdaydı, ondan yardım isteyemiyordum. Ondan yardım istediğimde beni duymamıştı. Tanrı her şeyi duyar diyorlardı. Ondan yardım dilendiğimde yardım etmemişti. Tanrı merhametli demişlerdi. Tanrı beni cezalandırıyordu. Tanrı günahlarımı bağışlamak için beni cezalandırıyordu.

Gökyüzünü yasa boğan bir rüzgâr evin duvarlarına çarpıyordu. Açık kapı ve camlar rüzgârın etkisiyle oldukları yerden hareketlenip bir yerlere çarpıyordu. Yarısı yanmış ve bazılar yanmamış olan perdeler uçuşuyor, yerlerde duran küller ve tozlar havaya kalkıyordu.

Uğursuz bir ses kafamın içinde yankılanırken gözlerimi kapattım ve geriye doğru yaslanarak düşünmeye başladım. Sesi içimde yok etmek isterken alt katan gelen sesler, içimde oluşan yıkımdan daha gürültülü olmaya başladı. Ellerimi sıktım. Parmaklarımı beyaz, bir kısmı kanla kaplı elbiseye sardım. Kan benim değildi, bu kan içimde ölen çocuklara aitti. Ve onlar bir daha asla içimde yaşamayacaklardı.

İçimde ki çocukları yaşatmalıydım, onları bu yıkımdan sakınmalıydım.

Ölümün bir melodisi varsa, bugün içimde çığlık çığlığa olan onların sesinde saklıydı. Yafes, her tuşa bastığında onlardan biri tekrar acı çekiyordu. Çığlıklar, ölümün melodileriydi. Çocukların çığlıkları, ölümün ta kendisiydi.

Acı dudaklarımdan çıkmadan boğazımı yaktığında, bir zehir gibi içime yerleşen kelimelerin kör bıçağını ruhuma dolamıştım. İçinde bulunduğum bu yalnız anda yanımda sadece Tanrı varken bile konuşamıyordum.

Gözlerimi açtım ve açık pencereye doğru ilerledim. Uçuşan perdelerin engelleyemediği ışığa doğru yürüdüm. İlerden rüzgâr sesine karışmış dalga sesleri gelirken avuçlarımı pencere pervazına doğru yasladım ve başımı boş sokağa çevirdim. Bu zamanlarda hep sessiz olan sokak sanki ben için daha da ıssızlaşmıştı.

Zamanın kaybolmasına daha fazla izin vermeyerek camın önünden ayrıldım ve kapıya doğru yürüdüm. Odadan çıkarken oturduğum eski koltuğa son kez baktım ve odadan çıktım.

Büyük bir kısmı yanmış olan salona girerken eski piyanonun önünde elinden kanlar damlamasına rağmen fildişi tuşlara hırsla basan Yafes'i gördüm. Gecenin yarılamış olduğu saatler birer halat gibi boynuma dolanmaya başladığında içimde yok olan seslerle beni zamanın içinde boğuyordu.

Yafes kanlı parmaklarını tuşlar her bastığında kahverengi gözleri daha da koyulaşıyordu. Göz bebekleri büyümüş ve gözlerinin etrafı kızarmıştı. Etrafta bir sürü mum yanıyordu. Gözlerine yansıyan kızıl ışıkta bile cehennemin bir daha yanmayacağını gösterir gibi bana döndü.

"Bunu yapmana gerek yok," Sesi kısılmış, derinden gelen bir tonda konuşuyordu. "Şimdi bitirebilirsin, bir daha hiç başlamayabilir!" Sakindi. Benim aksime nefesi yerinde ve içinde bulunduğumuz ana rağmen içinde bir yerde, bir şeylerin hâlâ düzelebileceğini savunuyordu. Oysaki o, Yafes hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının sözünü veren kişiydi. Ve ben ona hiç olmadığı kadar çok inandım.

İkimiz bir uçurumun kenarındaydık. Elimde bir tabanca onu bekliyordum. Yafes'i... Korku damarlarıma birer zehir misali yayılmıştı. Elimde sakladığım bir nefes vardı içi ölüm kokuyordu. Son nefesinde bıraktığı tohum büyümüştü. Büyük bir ağaç gibi etrafı sarmıştı ancak meyveleri zehirliydi.

Annem, elime kondurduğu nefesi üzerime eklenen yüklerin en ağırıydı. İçime ekilen tohumların en zehirlisiydi. En korkuncuydu. İçimde filizlenmesi gereken yaşam ağacı çürümüştü ve akan çürükler hislerimi birer ölüm ağacı olan Manchineel* tohumuna çevirmişti.

İkimizin düşüşüne az kalmıştı. Zaman hızla akarken dakikaların yerini alan saatler evin içine devriliyordu. Köşedeki masaya yaklaştım yer yer kül olan zeminine elimi koydum.

Bu ev, yangında kaybettiğim sol tarafımı saklıyordu. Bu küller, bana aitlerdi. Bu ev benim geçmişime aitti ve bende geçmişime aittim. Bana hep kimseye ait olmadığımı söylemişlerdi. Bir birey olduğumu, sadece kendi kararlarımı verebileceğimi öğretmişlerdi. Ama geçmişin her anıma sahip olacağını öğretmediler. Geçmişin attığım adımın bile hesabını soracağını öğretmediler. Geçmişin beni yakıp kül etmesine izin verdiler.

21 Kasım, doğum günüm. Ateşler içinde kaldığım gün, bugünüm, yarınım, dünüm ve tüm zamanlarım... Tarihler 21 Kasım, ateşler yağdı. Korku içime yayıldı. O eve girdim. Saatler büküldü. 21 Kasım, o evden çıktım. Yüzümde izlerle... 21 Kasım, yeniden doğduğum günüm, zaman ilerlemiyor... Sanki hiç geçmemiş gibi yine 21 Kasım gününde bu evdeyim. Masanın üzerinde duran kâğıtları elime aldım. Geçmiş, şimdi ve gelecek, elimdeydi.

Yafes'in parmakları arasından çıkan notalar ölüm kokuyordu. Gergin melodi düşüncelerimi böldü. Elimi kirli masanın üzerinden çektim ve diğer elimdeki kâğıtları piyanonun üzerine koymak için Yafes'in yanına gittim. Gözleri artık tamamen kapalı olmasına rağmen beni görüyor gibiydi. Kâğıtları piyanonun üzerine bırakırken boşta olan elimi Yafes'in yüzüne götürdüm. Küllerim yüzüne bulaşırken derin bir nefes verdi ve sıcaklık bileğimi yaktı.

O kadar derinden nefes vermişti ki içimde biriktirdiğim tüm düşünceler rüzgârda uçuşan yapraklar gibi dört bir yana dağılmıştı. Ellerimi yüzünden itmedi, ben de çekmedim. Gözlerini açmadan önce dediği tek şey "Bitti mi?" olmuştu.

"Bitmedi." Ama bitecekti. Kâğıtları Yafes'e teslim ettim. Elimi yüzünden istemeden de olsa çekerken yerinde kalan boşluk hissi canımı yakmıştı. Geride kalan yıllarım, ne kadar kısa bir süreydi. Benim için bir ömür gibi geçmişti. Ve şimdi bir ömrümü terk ediyordum. Eğer bu yola devam etmek istiyorsam, geçen bir yıl gibi Yafes'le birlikte olmak istiyorsam, işte o zaman tüm gerçekleri silmeliydim.

İçimde saklı bir gerçeğim vardı. Tüm her şey onun içinken bir daha asla gelemeyecek olmanın verdiği korkuyla bu evi terk edecektim. Yafes'le bu yola devam edecektim.

Ben, Zeynep Ezel Dora...

Ben kimdim?

Yanık yüzlü kız? Garip kız? Fahişe? İnsanların bana yüklediği her sıfat?

Hayır, hepsi bende bulunan şeylerdi ama ben, Gerçektim. Altı yaşımda annemi kaybettim. On iki yaşımda kendimi kabuğuma saklamam gerekti, on altı yaşıma bastım, peşimden acılar da benimle geldi. On sekiz yaşımda ölmek istedim. Yirmi birimde başkasını öldürdüm. Birini öldürmenin yükü ömür boyu üzerinize bir yük gibi bağlanır, omuzlarımda ağır yükler vardı. Yirmi bir yaşım; ateşler arasında geçti. Yirmi bir yaşım, yandı. Yirmi bir yaşım, yandığı yerde yeniden doğdu.

Şimdi yirmi iki yaşıma girmişken yanımda taşıdığım külleri savurma vaktiydi. Küllerin yeniden yanıp, etrafı cehennemden bir parça yapma vaktiydi. Benim cehennemim... Gerçeklerdi.

Ben Zeynep, ben Ezel, ben Dora... Ben, içimde sakladığım her şeydim.

Ben gerçeğin yanık yüzlü kızıydım. Ve şimdi her şeyi yakmak için vardım

Z. EZEL DORA

***

BETÜL YILDIZ

ANAHTARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin