Salondan nasıl çıktığımı bilmiyorum. Gözlerimden akan gözyaşı sanki kalbimden geliyordu. Beynim bir anlığına durmuş, bilincimi kaybetmiştim. Attığım adımlardan haberim yoktu. Nereye gidiyordum bilmiyordum. Bunu haketmemiştim. Nadir fotoğraflara sahiptim ben annemle. Ona dair bir kaç fotoğraf dışında hiçbir şeyim yoktu. Güney'in parçalara ayırdığı şey sadece fotoğraf değildi.Beni de un ufak etmişti.
Eşyalarımı toplayıp koşar adım okuldan uzaklaştım. Ağlamaktan ciğerlerim çıkacaktı. Olanlara anlam veremiyordum. Sahilde bir banka oturdum. Telefonuma göz ucuyla baktığım da Atakan ve Ezgi'nin aramalarını gördüm. Telefonumu kapattım. Kendimi dinlemekten başkasıyla konuşamazdım zaten. Güney'in dedikleri aklımdan çıkmıyordu. Bana "Rüzgar kızı" demişti. Bayıldığım gün evin önünden hatta başımdan bile ayrılmamıştı. Ve şimdi de annemin fotoğrafını yırtıp bana bundan sonra yaşayacağım hayatın zorluklarla dolu olacağını söylüyordu.
Hıçkırıklarım dinmek bilmiyordu. Bunu yaşamak zorunda mıydım? Oturduğum banktan kalkıp yürümeye başladım. İnsanlar hıçkırıklarım karşısında acır gibi duran halleriyle bana bakıyordu. Bu bir kabus olsaydı ve ben uyanabilseydim keşke.
Cüzdanıma baktım ve İzmir'e gitmek için yeterli para olduğunu gördüm. İstanbul'da değil durmak Güney'le aynı nefesi solumak bile istemiyordum. Bir taksiye atladım ve otogara gittim. Yaklaşık yarım saat sonra gelen otobüse atlayıp gidecektim burdan. Sekiz saatlik bir yolum vardı. Otobüse bindim ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.
İzmir'e indiğim de telefonumu açtım ve aramalara baktım. Otuz yedi arama, on dört tane mesaj vardı. Aramalara baktığım da Güney'in numarası gözüme çarptı. İçinde bulunduğum durum katlanılacak boyutta değildi. Kimseye anlatamamanın verdiği huzursuzluk da cabasıydı. Saat akşam on'du. Sadece sırt çantasıyla İzmir'e gelmiştim. Cebimde birkaç gün yetecek kadar para vardı. Gideceğim yer belliydi. Anneme gidecektim. O beni anlardı. Annemin mezarına geldiğim de bugün döktüğüm gözyaşının iki katı kadar daha da çok ağlamaya başladım. Hiç bu kadar dağılmamıştım ben. Kalbim paramparça olmuştu ve bu parçalar battığı yeri kanatıyordu. İçim kanıyordu. Bu saatte mezarlıkta olmam ürkütücü gelebilir benim yaşıtlarım kızlara. Fakat ben burada huzuru buluyordum. Annemin kolları altında uyumaya karar verdim. Bu ilk değildi. Babama kızdığım zamanlar da annemin yanında uyurdum. Yine öyle yapacaktım. Rüyamda annemi görecektim. Bu fikir aklıma Güney'i gördüğüm kâbusu hatırlattı. Bir hıçkırık ve bir damla gözyaşı döküldü içimden. Bugün olan herşeyi unutacaktım. Güney'i unutacaktım.
"Kızım napıyorsun burada hey?" mezarlıkta bekçi olduğunu düşündüğüm adamın seslenişi ile uyandım. "Burada uyunur mu kızım evin yok mu senin annen baban merak etmiştir?" dedi.
Gözlerim dolar gibi olmuştu. Burada uyumanın tehlikeli olduğunu bende biliyordum. "İkisi de yok." diyebildim sadece. "Evim de yok ailem de." diye ekledim. Yerden kalkıp yastık niyetine kullandığım çantamı aldım. Adamın suratında ki acır ifade fark edilebilen türdendi. Tek kelime edemedi. Arkamdan sadece benim için acıyan bakışlar bıraktığını biliyordum. Mezarlıktan çıktım. Dünden beri birşey yememiştim. Saçlarım toprak kokmuştu. Gözlerim yuvalarında değil gibiydi. Gözaltlarım morarmıştı. Şu halimi gören insanlar ne düşünüyordu acaba.
Zavallı, belki de yıkılmış. Hasta, belki de yaşadığı hayat yüzünden bitkin. İçkili, belki de yalnızlığın sarhoşu. Yaşıyor, belki de yaşıyor gibi görünen çok iyi bir oyuncu. Mavi? hayır kesinlikle siyah. Siyahın en derin tonu.
Telefona gelen mesajları okudum. Ezgi ve Atakan'a haber vermem lazımdı. Öncelikle de babama. Mesajları okurken Güney'in de mesaj attığı gördüm. Beni bu halne sokan oydu. Birde mesaj mı atmıştı.
"Belasın sen." (22.45)
"Aç şu telefonunu." (00.00)
"Nerdesin Rüzgar kızı?" (03.37)
Mesajları okurken telefonum çalmaya başladı. Arayan Güney'di. Açtım.
"Ne yaptığını zannediyorsun sen aptal?" bağırarak konuşmuştu. "Nerdesin çabuk söyle!" dedi.
Sadece sessizlikle karşılık verdim.
"Söyle dedim."
Beni umursuyormuş gibi yapan ikinci adamdı bu. Babama ne kadar da çok benziyordu. Onun yüzünden bu halde değilmişim gibi şimdi gelip merhem mi olacaktı yaralarıma?
"Sanane, çok mu umursuyorsun?" dedim. Ağlamaktan sesim kısılmıştı.
"Tabi ki umursamıyorum. Merak ediyorum hepsi bu ve merak ettiğim şeyin cevabını alırım." dedi alay eder bir tonla.
"Bu kez cevapları yanlış yerde arıyorsun Güney BOZAN." gözlerim doluydu ve boğazımda ki yumru yüzünden net konuşamadım.
"Ben hep doğru yerdeyimdir. Gittiğim yeri yanlışa sürüklerim. Şimdi Rüzgar kızı bana nerede olacağını söyleyeceksin ve seni o cehennemden çıkaracağım." dedi. Bir buz parçasından farkı yoktu.
"O cehennemden çıkarıp kendi cehennemine sokacaksın değil mi? Ben dünden beri yanıyorum zaten. Senden nefret ediyorum. Bir daha arama. Sakın!" dedim ve suratına kapattım.
Nefes alamıyordum. Bu olanların yükünü taşıyamıyordum ben. Babamı aramak yerine mesaj atmaya karar verdim.
"Baba ben iyiyim. Uzaklaşmak istedim sadece. Seni arayacağım. Lütfen benim için endişelenme."
Elif'e gitmeyi çok istiyordum lakin beni bu halde görürse oda yıkılırdı. Kimseyi mutsuz etmenin bir alemi yoktu. Ben kabul etmiştim zaten. Bu dünya da herkese yetecek kadar mutluluk yoktu. Bende bu konuda en fakir insandım. Bir banka oturdum. Elimdeki telefonun titremesiyle düşüncelerim dağıldı. Güney yine arıyordu.
"Arama artık." diye kükredim.
"Nerede olduğunu söyle Rüzgar kızı." dedi. Ses tonu bitkindi. Tabi ki söylemeyecektim. Fakat orada simit satan bir abinin "Gevrek var gevrek." Diye bağırması İzmir'de olduğumun kanıtıydı. Herşey ters gitmek zorundaydı. Biraz akıllıysa anlayabilirdi ve Güney tahmin edemeyeceğim kadar zekiydi.
"Tabi ya. Buldum seni Rüzgar kızı." dedi.
![](https://img.wattpad.com/cover/32084743-288-k719417.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖÇEBE
ChickLitYalnızlığın içine doğmuş bir kız. Gözü işinden baska birsey görmeyen bir baba. Parçaları kayıp bir yapboz. Bir aşk. İnsan nefret ederken aşık olabilir mi ? Nefret aşkı yok eder mi ? Yok olmuşluğun hikayesi.