6. sessizliğin sınırı

160 21 15
                                    

Sessiz yerlerin bile bazen kulak tırmalayan bir sesi olurdu. Buna genellikle sağır eden sessizlik denirdi. Çok sessiz bir yerde bile kendi nefes alış veriş sesinizi duyabildiğinizden aslında hiçbir yerde tam olarak sessiz kalmak mümkün değildi, yalnız kalmak da öyle.

Aslında çok da normal birisi değildim ben. Birçok hassasiyetim vardı, ilkokuldan beri zekamın yüksekliği ama bir o kadar da takıntılı olduğum ortadaydı. Hatta çok problematik bir yapım olduğu için ilkokulda bazı dersleri sınıfımdan ayrı alırdım. Özel ders sınıfları olurdu ve orada bir öğretmen başına gelip sana ders anlatırdı. Matematik ve Korece gibi dersleri odak sıkıntımdan dolayı ve neredeyse sınıf arkadaşımla kavga edebilecek bir konuma geldiğim için orada almıştım.

Ortaokula geçtiğimde benden çok umutlu bir ailem vardı, daha da büyüdüğüm için etrafta bir sorun çıkmayacağını düşünüyorlardı ama ben çok da ayak uydurabilen bir yapıya sahip değildim maalesef, bu yüzden bir keresinde okulda sinir krizi geçirmiştim. Sinirlenince tırnaklarımı avuç içlerine bastırmak gibi bir huyum vardı ve ne kadar kısa olursa olsun derimin içine çok sıktığım için giriyordu, canım yanıyordu ama sakinleştiriyordu da bir yandan. Her şey bununla kalır belki dedik, kısa bir süre öfkemi kontrol altına almak için çocuk terapisine gittim, iyi gelmişti ta ki İngilizce quizine kadar.

Dediğim gibi sessizliğin bir sınırı vardı ama bir o kadar sınır sizin sabrınızda da vardı. Sabır ise çok titiz bir işlemdi, neyi yapıp yapamayacağınızı ölçerdi ve bunun için sessizliğinizi korumanız gerekirdi.

Benim yapabileceğim bir şey değildi o zaman, iki aylık terapinin ardından İngilizce quizi esnasında çok sesli nefes aldığı için yanımda oturan çocuğun burnuna yumruk atmıştım, sorunlu biri olduğum zaten biliniyordu ama bu olaydan sonra annemle babam apar topar naklimi başka bir ortaokula aldırmışlardı.

Şu anki basit hayatımın yanı sıra çocukluk dönemim oldukça çetrefilliydi. Liseye geçtiğim ilk gün ise normal bir şekilde hayatımı sürdürmek için çok zorlamıştım kendimi. O çocuğa vurduktan sonra iki ay kadar daha bir terapi almıştım ve nakil olduğum ortaokulda hiçbir sorun çıkarmamıştım. Liseye geçtiğim ilk yıl sadece kendi içimde geçirdiğim küçük bir sinir krizi sonrası gayet normal geçmiş, ikinci yılı da sorunsuz bir şekilde atlatmıştım ve şimdi üçüncü yılımda ilk dönem bitmek üzereyken monoton hayatımın seyrini değiştiren olaylarla birlikte eski benin patlak vermesini istemiyordum.

Bu yüzden sessiz olmak iyiydi, bu yüzden sessiz kalabilmek önemliydi, yalnız bir oda, yalnız kalınabilecek bir alan, sadece kendini dinleyebileceğin bir zaman.

Bazen kütüphaneye geliyordum böyle zamanlarda. Genelde çok da uğradığım bir yer değildi. Çalışmak için çoğu zaman evimi tercih ederdim çünkü kendimi başka bir yerde rahat hissedemiyordum ama kendimi dinlemek için ya da öylesine vakit geçirmek için kütüphaneye gelmek iyi hissettiriyordu. Okulumuzun kütüphanesinde çok fazla tanıdık yüz görmek kendimi rahat hissettirmediğinden ben de Seoul'ün göbeğindeki oldukça büyük ve görkemli kütüphanesine geliyordum.

Önümde daha önce belki de beş kez hatta beşten fazla okuduğum Dostoyevski'nin Suç ve Ceza kitabının herhangi bir sayfası açık duruyordu. Bense başımı dirseğini masaya dayadığım sağ kolumun eline yaslamış bir şekilde kütüphanenin büyük camlarından Seoul'ün akşam ışıklandırmalarına bakıyordum. Çok renkli ve göz alıcıydılar, kütüphanenin çevresini kaplayan bir sürü mekan ve mağaza da olduğu için bütün ışıklar iç içe geçmiş gibiydi tabelalardaki.

Düşünmemek için, kısa süreli düşünmemek için, çok ideal dedim kendi kendime. Düşünmemek için senin dikkatini dağıtacak bir şeyler olması her zaman kendinden kaçmak için çok idealdir. Böylesine sessiz, sadece bazı kitap çevirme ve kalemle yazma seslerinin geldiği bir ortamda huzuru bulmak için dururken kafandaki düşünceler seni rahat bırakmadığında Seoul'ün rahatsız edici ışıkları hemen dikkatini dağıtabilirdi. Buna hazırdılar resmen.

wildfireHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin