Ziyaretçi

46 2 0
                                    

STEVEN'DAN:
Malikanede yemek yoktu. Bu yüzden dışarı çıktım ve en yakındaki markete girdim. Evanna'nın ne sevdiğini bilmediğim için ambalajını beğendiğim her şeyi aldım. Dönerken arka yolu tercih ettim çünkü daha ağaçlıktı. Yol biraz uzuyordu ama anayollarda olmaktansa, birkaç adım fazla yürümeyi tercih ederdim. Birden elimdeki poşet yırtıldı ve kırmızı teneke kutulu bir içecek yuvarlanmaya başladı. Elimdekileri yere bırakarak içeceğe doğru koştum. Ama ben daha koşarken teneke kutu aniden durdu, bir şeye çarpmıştı. Yakınlaşınca, lise üniformalı bir erkeğin boğazı parçalanmış bir şekilde kanlar içinde yerde yattığını gördüm. İçeceği almadan hızlıca oradan uzaklaştım. Poşeti bıraktığım yere döndüm, içindekileri elime aldım ve yürümeye devam ettim. Malikanenin tozlu kapısını açtım, merdivenlere koştum. Evanna'nın olduğu odanın kapısını tıklattım ve yavaşça açtım.

EVANNA'DAN:
Steven içeri girdi, elindekileri kitaplığın yanındaki masaya bıraktı, poşeti yırtılmıştı, yırtılmayan kısımda kalan şeyleri çıkardı ve poşeti şömineye attı. Eline birkaç şey aldı ve yattığım yatağın yanındaki altın renkli sandalyeye koydu. Bir eliyle sandalyeyi tuttu ve bana dönerek:
-"Ne sevdiğini bilmediğim için ambalajı hoşuma giden her şeyi aldım." dedi gülümseyerek.
Ben de teşekkür ettim. Masadakilerin hepsini sandalyeye koyduktan sonra yatağın yanına eğildi.
-"Hangisini istiyorsan al lütfen." dedi.
Kraker, bisküvi, gazoz, limonata, cips, şeker gibi şeyler getirmişti. Bir paket bisküviyi ve cam şişedeki limonatayı aldım. Yedikten sonra verdiği kitabı okumaya devam ettim. Akşama kadar kitap okudum, Steven da kitap okudu. Akşama kadar hiçbir şey yemedi. Ara sıra kitabı bırakıp çocuğu izledim, baya hoştu aslında ama lanet olası böyle fazla olgun hatta kibar falan davranıyordu. Hava kararırken masanın üzerinde duran bardağa, yanındaki altın renkli sürahiden içecek bir şey doldurup yine şöminenin önüne oturdu ve elindekini içerken kitap okumaya devam etti. Hava kararınca yanıma geldi ve nasıl hissettiğimi sordu. Açıkçası hiç acı hissetmiyordum, sadece başım ağrıyordu. Gayet iyi olduğumu söyledim ve gülümsedim. İnsanlar bazen yaşadıkları ağır yaralanmalar sonucunda acı hissetmeyibilirlermiş, bir yerde okumuştum. Bana gülümsedi, rahat uyuyabilmem için odadan ayrılacağını söyledi. Yavaşça kapıyı açtı ve odadan ayrıldı. Gece yarısına kadar şöminenin gittikçe sönen ateşini izledim, gözüme uyku girmiyordu. Tam uykuya dalacaktım ki bir gürültü duydum. Ne olduğunu bilmiyordum ama görmek istiyordum. Yataktan yavaşça kalktım. Şöminenin yanında iki-üç tane odun vardı. Birini elime aldım, zor ayakta duruyordum. Kendimi zorlayarak odadan çıkıp merdivenlere kadar yürüdüm. Gördüğüm manzara beni şok etmişti! Pencereden içeri ay ışığı süzülüyordu, merdiven tarafı oldukça aydınlıktı. Merdivende daha önce hiç görmediğim bir erkek vardı, bir gencin boynunu ısırdığını gördüm. Genç, korkudan ne yapacağını bilmiyordu, şok olmuştu. Boynundan kanlar akarken gözleri açık bir şekilde dizlerinin üstüne yere düştü. Sonra merdivenden aşağı yuvarlanmaya başladı. Her yer kan olmuştu. Olduğum yerde kalakaldım. Kıpırdayamıyordum. Birkaç adım geri gitmeye çalıştım ama o merdivendeki psikopat aniden bana bakıp yukarı gelmeye başladı. Geri geri gittim ama hiçbir işe yaramadı. Merdivenin başında gözgözeydik. Sipsivri dişleri ve elaya yakın renkte gözleri vardı. Ne düşündüğünü hissedemedim, korkudan taş kesilmiştim az önce yaptığını görünce tabii ki de. Elinin tersiyle ağzına bulaşmış kanı sildi ve bana doğru eğildi, boyu benden çok daha uzundu.
JACKSON'DAN:
Bu kızda beni çeken bir şey vardı. Onun burada ne işi vardı ki? Gözlerinden ne kadar korktuğu belliydi. Ama kokusu vanilya gibiydi, dayanamadım. Sivri dişlerimle kızın boynuna doğru eğildim.

Mezarlık Prensesi: YenidoğanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin