Selam! Vizelerimi yarılamışken bir bölüm yazayım dedim. Biliyorsunuz ki Erasmus sürecimden dolayı -ne bitmek bilmez Erasmusmuş be dediğinizi duyar gibiyim, demeyin onu klfdjhdl- Under Her Spell'e ağırlık vermek istiyorum bitmesi açısından. Yine de yazmak istedim ve buradayım, umarım beğenirsiniz!
Birazcık kısa oldu ama olur arada öyle slfgjd İyi okumalar, sizi seviyorum!
Yazmanın hapsedici ve insanın tüm varlığını yalnızca kendine ait kılan dünyasına girdiğim çocukluk günlerimden beri, yazdıklarımı kimseyle paylaşmazdım. Karakterlerim, her küçük dünyanın sahip olduğu gibi buranın da etkisinde kaldığı bir benzerliği taşırlardı. Her biri birbirine benzeyen insanlar, benzer alışkanlıklar ve neredeyse aynı olan ahlaki yönelimler; aynı partiye verilen oylar, ayrıksı olmayan otlar ve sürü halindeki hayvanlar gibi birbirine benzemiş bir topluluk.
Karakterlerimin birçoğuna bu kasabadaki insanlar can verirdi. Bob'un anlayışlı gözlerini sivriltir, Luke'un mavilerini ise bazen bir şeytana aitmiş gibi çizerdim. Rachel her zaman insanlara metrelerce yüksekten bakar ve David ile Mary her daim bir çift olurlardı benim kurduğum dünyada. Tüm bu karakterlerimin, şiirlerimdeki öznelerin ve kurgularımın iplerini elinde tutan başrollerin tek bir istisnası vardı : Michael.
İnsanı en yüce zirvelerden en derin çukurlara terkeden varlığıyla, kilometrelerce ötemdeyken bile binlerce karaktere bölünüp kalemimden damlayan tek bir isim.
Şimdiyse onu bu kasabada herkesten ayrı bir yerde, bir ayrık otu gibi, kır çiçeklerinin arasında dikenli ve biçimsiz bir bitki gibi seçebiliyor ve onun sadece benim gördüğümden artık emin olduğum güzelliğini yazıyordum. Hayallerimin hiçbirinde bu kasabada, benimle ve benim dünyama ait olanla birlikte olmadığını bilsem de; öyleydi işte. Buradaydı. Benimle aynı havayı soluyor, aynı yerlerden kahve alıyor ve aynı seyyar dondurmacı arabasına takılıyordu gözleri.
Bu yüzdendir ki, gözlerindeki yeşil hareler kimselere okutmadığım satırlara takılıp da kendini bulmak ister gibi, dahasına buna her şeyden çok ihtiyacı varmış gibi bir ihtiyaçla ve beklentiyle bana baktığında afallamıştım.
Onu böylesine gerçek ve yakınımdayken, böylesine birkaç adım uzağımda ve hayallerimin hiçbirinde çizemediğim güzellikte bir portre gibi izlerken ne yapacağımı kestiremez halde elimdeki kağıtlara baktım. Beklentiyle yüzümde gezinen yeşil gözler titreyen parmaklarımın arasındaki kağıtlara indiğinde "Tamam, pes ediyorum."dedim, "Okuyabilirsin."
Rachel'a neredeyse isyankar bir tirad atarak -ki bunu ben bile kendimden beklemezdim- kitapçıdan çıkmamın üzerinden bir günden fazla geçmişti. Rachel'ın beni aramıyor olması işime geliyor ve huzurlu bir alana sahip olmamı sağlıyor olsa da, beni geri çağırmasına ihtiyacım olduğunu da biliyordum.
Birkaç gündür Rachel'ın aramalarıyla eş zamanlı olarak hayatımdan çıkmış olan Luke'un gittiği cehennemden döndüğü zaman tepeme yığacağı borçları ve içki masrafları için paraya ihtiyacım vardı ve bunun tek yolunun Rachel olması canımı sıkıyordu.
Bob, onun yanında çalışabileceğimi söylese de müşteri sayısı dükkanın masraflarını bile çıkarmadığından ona yük olmak istemiyordum.
Sonuç olarak buradaydım. İşsizdim, yorgundum ve sancılı bir şiir doğurmanın yorgunluğuyla çimenlere uzanmış halde, şiirimi; bebeğini doğumdan sonra daha ona doyamadan koynundan koparıp da hemşireye teslim eden bir anne gibi Michael'a uzatıyordum.
Ondan beklediğimin üzerinde bir hevesle parmaklarımın arasındaki kağıdı alırken benim gibi dirseklerinin üzerinde yükseldi ve gözleri bir an için benimkilere takıldı. "Başlıyorum."diye bilgilendirdi, kaşlarını ciddiyetle çatarken. Gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırırken onayladığıma dair bir şeyler mırıldandım ve satırlarda gezinen gözlerini dikkatle izledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
If We Fall Again / Clifford
FanfictionEğer sana yeniden güvenirsem, bu kez kaçıp saklanmayacağından emin olmalıyım. Eğer yeniden düşersek, bu kez beni tutacağından emin olmalıyım. Eğer yeniden seversek, bu kez beni ondan daha fazla seveceğinden emin olmalıyım.