Amy, Fiona ve Tallulah bir iki saat içinde ayrılmışlardı ve ben bu hızın sebebinin Silvia'nın marifeti mi yoksa kızların gerilmiş sinirleri mi olduğundan emin değildim. On dokuz kişi kalmıştık ve bir anda her şeyin çok hızlı olduğunu hissetmeye başlamıştım. Bu kadar hızlı olacağını önceden tahmin edemezdim.
Saldırıdan sonraki Pazartesi günü, günlük rutinimize geri döndük. Kahvaltı her zamanki gibi lezzetliydi ve ileride bu harika öğünlere burun kıvıracağım bir an gelir mi diye merak ediyordum.
"Jungkook, şahane değil mi?" diye sorarken yıldız şeklindeki meyveden bir parça ısırdım. Saraya gelmeden önce hayatımda hiç görmemiştim. Jungkook'un ağzı doluydu ama onaylamak için kafasını sallamıştı. Bu sabah, kardeşlik bağları hissediyordum. Büyük bir saldırıdan birlikte kurtulduğumuz için bu küçük bağlar aşılamaz bir şeye dönüşmüşlerdi. Jungkook'un yanındaki Emily'de bana bal uzatıyordu. Benim yanımda oturan Tiny. gözlerinden okunan hayranlıkla birlikte bülbül kolyemi nereden aldığımı soruyordu. Atmosfer aynı ailemle birlikte birkaç sene önceki akşam yemeklerimizdeki gibiydi. Abim hödüğün tekine dönüşmeden ve Jessica'i -tok, neşeli, konuşkan olan- kocasına kaptırmadan önceki gibi.
Aniden anladım ki aynı Taehyung'un annesinin yaptığı ben de bu seçilenlerle görüşmeye devam edecektim. Herkesin kimle evlendiğini öğrenmek isteyecek ve onlara Noel kartları gönderecektim. Aradan yirmi küsur yıl geçince de eğer Taehyung'un çocuğu olduysa, yeni Seçim deki favorilerini sormak için arayacaktım. Başımızdan geçenleri, sanki bir yarışma değil de maceraymış gibi hatırlayacak ve kahkahalarla gülecektik.
Odada strese girmiş gibi görünen tek kişinin Taehyung olması garipti. Yemeğine hiç dokunmayıp, seçilenleri dikkatlice süzüyordu. Arada sırada duraksıyor, aklından geçen bir şeyle kendi içinde çatışıyor ve daha sonra yaptığı şeylere devam ediyordu. Benim oturduğum sırayı gözden geçirdiğinde bakışlarımı yakaladı ve bana zayıf bir tebessüm gönderdi. Dün akşamki ufak mola hariç, tartıştığımız günden beri hiç konuşmamıştık ve söylenmesi gereken bazı şeyler vardı. Bu kez, fitili ateşleyen ben olmalıydım. Yüzümde talep değil rica olduğunu belli eden bir ifadeyle kulağıma dokundum, ifadesi yumuşamadı fakat o da aynısını yaptı.
Rahatlayarak nefes aldım ve gözlerimi devasa odanın kapısına doğru bakarken buldum. Şüphelendiğim gibi, bir çift göz de bana bakıyordu. İçeri girdiğimde Yoongi'i fark etmiştim fakat gördüğümü belli etmek istememiştim. Sanırım o kadar çok sevdiğin birini görmezden gelmek imkânsızdı.
Taehyung, ayağa kalktı. Ani hareketi sandalyesinin gacırdamasına sebep olmuş, bu da hepimizin dikkatini çekmişti. Hepimiz ona döndüğümüzde, fark edilmeden geri oturmak istiyormuş gibi görünüyordu. Bunun seçenekler arasında yer almadığını fark ederek, konuştu.
"Lordlar ve Leydiler," derken kafasıyla selam verdi. Gerçekten acı içindeymiş gibiydi. "Korkarım ki dünkü saldırıdan sonra, Seçim'i tekrar gözden geçirmek zorunda bırakıldım. Bildiğiniz gibi, dün üç leydi ayrılmak istediklerini söylediler, ben de buna uydum. Burada kimsenin kendi rızası dışında kalmasını istemem. Dahası, ortak bir geleceği paylaşmayacağımızı hissettiğim kişileri, devamlı tehdit altındayken sarayda tutmaktan da rahatsızlık duyuyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the selection | vhope
FanfictionIlléa ülkesinde tüm gençler doğdukları günden beri sınıf atlamanın peşinde. Paha biçilmez mücevherlere, göz alıcı takımlara ancak bu şekilde sahip olabilecekler. Bunun için tek bir şansları var: Seçim. Kıyasıya bir mücadeleyle geçen Seçim'i kazanman...