Akşam yemeği tam bir hayal kırıklığıydı. Bir sonraki hafta hizmetçilerime takım elbisemi dikerken yemek yememe yetecek kadar bol yapmalarını söyleyecektim.
Odamda Anne, Mary ve Lucy üstümü çıkarmak için bekliyorlardı fakat bir süre daha içinde durmam gerektiğini açıkladım. İlk önce Anne anlamıştı -Taehyung'un beni görmeye geleceğini- çünkü bu kıyafetten bir an önce çıkmak istiyordum.
Mary biraz fazla umuda kapılarak, "Bu akşam daha geç saatlere kadar kalmamızı ister misiniz? Sorun değil." dedi. Taehyung bu sabahki ziyaretinde yaşanan faciadan sonra, en iyisinin onları olabildiğince erken göndermek olduğuna karar vermiştim. Ayrıca, o gelene kadar beni izlemelerine de dayanamazdım.
"Hayır, hayır. İyiyim. Eğer bir sorun yaşarsam zili çalarım."
Gönülsüzce kapıdan dışarı çıktılar ve Taehyung'u beklemem için beni yalnız bıraktılar. Ne zaman geleceğini bilmiyordum ve bir kitaba başlayıp, yarıda kesmek ya da piyanoya oturup, hop diye aniden kalkmak istemiyordum. Sonunda kendimi yatağa uzanıp, beklerken buldum. Düşüncelere daldım. Marlee'i ve nezaketini düşündüm. Fark ettim ki çok ufak detaylar hariç onun hakkında çok az şey biliyordum. Yine de bana karşı olan davranışlarının yapmacık olmadığına inanıyordum. Ardından tepeden tırnağa yapmacık olan diğer seçilenleri düşündüm. Taehyung aradaki farkı görebilir mi diye merak ettim.
Taehyung'un deneyimi, aynı anda hem çok hem az görünüyordu. Yeterince beyefendiydi fakat çok yakınlaştığı zaman, işler çığırından çıkıyordu. Bir seçilene nasıl davranması gerektiğini biliyor fakat flört ettiği kişiye nasıl davranması gerektiğini bilmiyor gibiydi.
Yoongi'in tam zıttıydı.
Yoongi.
Adı, yüzü, anısı beni aniden öylesine vurdu ki zihnimde anlamlandıramadım. Yoongi. Şu anda ne yapıyordu acaba? Carolina için sokağa çıkma yasağı vakti yaklaşıyordu. Şu anda çalışıyor olmalıydı, bugün işi varsa tabii. Belki de Brenna ile dışarıdaydı ya da ayrıldığımızdan beri kiminle vakit geçirmeye karar verdiyse onunla. Bir yanım bilmek için can atıyordu.. Diğer yanımsa düşüncesine bile dayanamıyordu.
Kavanozuma baktım. Elime aldım ve kuruşun içinde döndüğünü hissettim; ne kadar da yalnızdı.
"Ben de öyleyim," diye fısıldadım. "Ben de."
Bunu saklamak aptalca mıydı? Her şeyi geri vermiştim, o halde neden tek bir kuruşu saklıyordum ki? Geride elimde kalan tek şey bu muydu? Belki bir gün çocuğuma kimsenin hakkında hiçbir şey bilmediği ilk erkek arkadaşımı anlatmak için göstereceğim, kavanoz içinde tek bir kuruş?
Endişelerimin üzerinde uzun uzun duramadım. Sadece birkaç dakika sonra, Taehyung'un kapıya sertçe vuruşu duyuldu. Kendimi kapıya koşarken buldum.
Kapıyı ardına kadar açtım; Taehyung beni yalnız gördüğü için şaşırmıştı.
''Hizmetçilerin nerelerde?" diye sorarken, odamı gözden geçiriyordu.
"Gittiler Akşam yemeğinden dönünce onları gönderiyorum."
Her gün mü?"
"Evet, tabii ki. Kıyafetlerimi tek başıma da çıkarabilirim, teşekkürler."
Taehyung kaşlarını kaldırıp gülümsedi. Kızardım. Cümlenin bu şekilde anlaşılmasını istememiştim.
"Üstüne bir şey al. Dışarısı serin."
Koridordan geçtik. Düşüncelerim nedeniyle biraz dikkatim dağınıktı ve şu ana kadar, Taehyung'un muhabbet başlatma konusunda harika olmadığını öğrenmiştim. Neredeyse anında koluna girmiştim. Bu konulara alışkan olduğum için memnundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the selection | vhope
FanficIlléa ülkesinde tüm gençler doğdukları günden beri sınıf atlamanın peşinde. Paha biçilmez mücevherlere, göz alıcı takımlara ancak bu şekilde sahip olabilecekler. Bunun için tek bir şansları var: Seçim. Kıyasıya bir mücadeleyle geçen Seçim'i kazanman...