"Jungkook!! Tanrı aşkına şu kapıyı aç artık lütfen!
Jin her şeye rağmen hala Jungkook ile konuşmaya çalışırken, Jimin neredeyse kendinden geçmişti. Yoongi ise kafayı yemek üzereydi. Çünkü bir yanda sevgilisi diğer tarafta da Jungkook vardı. Herkes onun şimdiye kadar kendine bir şey yapmamış olması için binlerce kez dua etmişti. Öte yandan haberi alan Namjoon ise alelacele çıktığı işinden son sürat yanlarına geliyordu. Yoongi birkaç kere kapıyı kırmayı denemiş lakin başarısız olmuştu. Şimdi ise Namjoon'un gelmesini bekliyorlardı.
Yaklaşık 10 dakikanın ardından kapı çalmaya hatta yumruklanmaya başlamıştı. Yoongi hızlıca kapıyı açmış ve soluk soluğa kalmış Namjoon'un içeri geçmesini sağlamıştı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Kimsenin konuşmaya cesareti yoktu. Namjoon sakinlikle olaya el atana kadar herkes çaresizdi.
"Jungkook, lütfen aç şu kapıyı. Bak yoksa kırmak zorunda kalacağız."
Herkes büyük bir dikkatle Jungkook'tan gelebilecek en ufak cevabı bekliyordu. Ama karşılaştıkları şey sadece ürkütücü bir sessizlikti. Namjoon ise daha fazla beklemenin sadece vakit kaybı olduğunun farkına varıp Jungkook'a son uyarısını yapmıştı. "Peki Jungkook, sen bilirsin. Ama beni duyuyorsan kapının arkasından çekilsen iyi edersin."
Namjoon hafif gerilemiş ve kapıya karşı vücudunu yan döndürmüştü. Tüm gücünü kullanmak istemiyordu. Çünkü Jungkook'un onu dinlediğinden emin değildi. Hala kapının arkasında olabilirdi. Ve bu istemeyeceği bir şeydi. Hızlı bir hareketle kapıya bir darbe indirmiş lakin kapı açılmamıştı. Birkaç adım daha gerileyip yine aynı hamleyi yapacağı sırada tam kapıya vuracakken içeriden gelen kilit sesi ve ardından hafifçe aralanan kapı ile dengesini yitirmiş lakin düşmeden toparlamıştı. O ana kadar yerde yarı baygın bir şekilde oturan Jimin, hızla Yoongi'den destek alarak ayağa kalkmış ve bir elini duvardan hiç ayırmadan kapıya ilerlemişti. Hafif aralık kapıyı biraz daha ittirince yerde dizleri üzerinde duran ve bitmiş bir halde ağlayan arkadaşını görmüştü. Jimin'in ne ayakları ne de kalbi bu görüntüye daha fazla katlanamamıştı zaten. Arkadaşının tam karşısına eğilip onunla beraber diz çökmüştü. Jungkook ise sanki bu anı bekliyormuş gibi ihtiyaç duyduğu omuzlara kollarını dolamıştı. Yüzünü karşısındakinin boynuna gömmesi ile hıçkırıklarının ardı arkası kesilmez olmuştu. Jimin de, Jungkook'un beline ellerini sarmış ve o da arkadaşı için dökmüştü gözyaşlarını.
Dışarıdan biri diyebilirdi "abartıyor". Ama Jungkook abartmıyordu. En başta annesine çok bağlıydı Jungkook. Belki de bir babası olmadığından kalbindeki her yere annesini koymuş ve bütün ihtiyaçlarını onun sayesinde gidermişti. Annesini, her şeyi yapmıştı. İşte tam da bu yüzden annesi onu terk ettiğinde her şeyi gitmişti Jungkook'un. Evet, arkadaşları vardı ama işte küçük kalbi dayanamamıştı buna. İlk defa o zamanlarda intihar etmeye çalışmıştı. Çünkü sanıyordu ki annesi gidince hayatın hiçbir anlamı olamayacak, asla gülmeyecekti. Ama kader ona ters köşe yapmış ve karşısına Taehyung'u çıkarmıştı. Bu seferde bütün boşluklara Taehyung'u yerleştirmiş, onu vazgeçilemez yapmıştı. Belki de diğer insanlara göre bir hataydı ama ona göre değildi. Ona göre hayatında verdiği en doğru karardı. Çünkü ne zaman üzülse ne zaman sevinse kendine sığınacak bir gölge bulmuştu. Deli gibi aşık olduğunda ise korkmuştu Jungkook. Ya onu istemezse? Ama korkuları yanıtsız kalmış ve karşılık vermişti Taehyung ona. Bir gün elini bırakma ihtimali hiç aklına gelmemişti. Ya da gelmesine izin vermemişti. Bu onun için korkunç olurdu. Hayır korkunç az olur, her şeyim dediği insanı ikinci kez kaybetmek onun için ölüm olurdu. Ruhen bir ölüm... Ve Jungkook şu an onu yaşıyordu. Kim ne derse desin Jungkook, Taehyung'a bağlıydı. Taehyung da Jungkook'a... Bunu fark etmesi içinse kısa bir süre yeterliydi.
![](https://img.wattpad.com/cover/249812429-288-k295004.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Punches
FanfictionTaehyung bir boksördü. Aynı zamanda kısıtlayıcı bir sevgili...