1.Bölüm💫

555 37 19
                                    

Başladığınız tarihi yazar mısınız?~

*Bu kitap artık hayatta olmayan kuşum Deniz'e ithaf edilmiştir.💙*

İki hafta geçti. On dört gün bitti. Annem öleli ve arkasında cevaplanmamış sorular bırakalı bu kadar zaman oldu. Bir zamanlar mutlu bir şekilde uyuduğumuz odamızda beynimdeki düşüncelerin yoğunluğundan uyuyamıyordum. Enseme baskı yapan duvarın soğukluğu düşüncelerimi bir nebze bile azaltmıyordu. Annem o sözleri neden söylemişti? Nereye gitmemizi istiyordu? Peşimizde kötü adamlar mı vardı? Hiçbir şey bilmiyordum. Kardeşim Carmen'nin kızıl saçlarını robot gibi okşamaya devam ederken bir kez daha o anları hatırlamak istedim. Belki de kaçırdığım minik bir ayrıntı aklımdaki bütün soruların cevabını verebilecekti. Elimi Carmen'nin saçlarından çekip gözlerimi kapattım. O anları tekrar yaşamalıydım. Zihnimin geçmişe dönmesine izin verirken derin bir nefes aldım.

Okuldan geç döndüğüm günlerden biriydi. Genelde ders bitince eski Mısır dili kursuna kalırdım. Profesör Helena büyük bir hevesle öğretirdi bana o dili. Benim de hoşuma gidiyordu. Tüm o işaretleri okuyabilmek benim için oldukça tatmin ediciydi. En az profesör kadar hevesliydim söz konusu o dil olunca. Eve elimde market poşetleriyle girdim. Carmen'in en sevdiği dondurmadan da almıştım. Çok sevinecekti. Kapıyı kapatıp neredeler diye etrafıma baktım.
"Carmen! Evde misin?"
Ses gelmeyince marketten aldıklarımı yerlerine yerleştirip annemin odasına gittim. Bu vakitte yatakta yatıyordu. Hasta mıydı acaba? Yatağın yanına oturup ona baktım. Sarı saçlarında hafif beyazlıklar vardı ama hâlâ çok güzeldi. Elimi elinin üzerine koydum. Derin bir iç çekişle gözlerini açıp bana baktı. Daha az önce ağlamış gibi gözlerinde yaşlar vardı.
"Arven, kızım iyi ki geldin. Yanıma yaklaş." Dedi kısık bir sesle. Kaşlarımı çatıp yanına yaklaştım.
"Neyin var anne? Hasta mısın?" Dedim endişeli bir şekilde. Gülümsedi. Yüzünde renk yok gibiydi.
"Dinle beni. Kardeşini alıp çok uzaklara git. Kimse izinizi bulamasın. Kendinize yeni bir hayat kurun. Telefon numaralarınızı da değiştirin."
Ne diyordu böyle?
"Anne hiçbir şey anlamıyorum. Üniversite okuyorum. Sen de biliyorsun. Üstelik yakında nişanlandım. Herkesi ve her şeyi bırakıp neden gideyim ki?"
Annem elimi sıktı. Kaşlarını çatmıştı. Nefes almak için çabalıyordu. Bakışlarımı sıkıntıyla odada gezdirirken gözüm yatağın yanındaki komodine kaydı. Bir sürü ilaç şişesi vardı üzerinde. Elimi annemden kurtarıp komodinin yanına gittim. Bütün şişeler boştu. Hışımla anneme döndüm.
"Anne? Bütün ilaçları içtin mi? Yoksa intihar etmek mi istedin?" Dedim korkuyla. Elim telefonuma gitti. Annem yattığı yerden doğruldu.
"Sakın kimseyi arama. Arven, daha fazla dayanamadım kızım. Lütfen, kardeşine bunu söyleme. Artık çok geç. Öleceğimi hissediyorum. Yanıma gel ve beni..."
Yatağa düştü. Hemen yanına koştum. Kalan son gücüyle bakışlarını bana çevirdi. Konuşmak için ağzını açtı.
"Gidin buradan. İzinizi kaybettirin."
Bunlar son sözleri oldu. Bir daha gözlerini açmadı.

Daha sonra Carmen eve geldi ve ona annemin öldüğünü söyledim. İntihardan bahsetmedim. Annemin son sözlerinden de. Bize neden gidin demişti? Belki her şeyi açıklayan bir mektup yazmıştır diye her yeri aradım ama hiçbir şey bulamadım. Her şeyi bırakıp gidemezdik. Carmen liseye gidiyordu. Benim okulum vardı. Üstelik nişanlıydım. Ailece yaşadığımız evi bırakamazdık. Bir sürü anımız vardı burada. Her ne kadar annemin son arzusunu yerine getirmek istesem de bunu yapamazdım. Gün ışımaya başlayınca yorgunluktan direnen göz kapaklarım benden bağımsız olarak kapandı. Huzursuz bir uykuya daldım.

Çalan telefonumun sesiyle uyandım. Gözlerimi ovuşturup Carmen'i uyandırmamaya dikkat ederek yataktan kalktım ve telefonumu alarak salona gittim. Profesör Helena arıyordu. Telefonu açtım.
"Günaydın Arven. İyi misin?" Dedi her zamanki anaç tavrıyla. Gülümsemeye çalıştım.
"Günaydın profesör. Fena sayılmam, siz nasılsınız?"
"İyiyim. Sana ödev vermek için aradım. Araştırmanı istediğim üç tarihsel dönem var. Böylece annenin ölümünü unutursun ve biraz kafan dağılır diye düşündüm."
Keşke o kadar kolay olsaydı. Gözlerimi devirdim.
"Kulağa harika geliyor. Hangi üç dönemi araştıracağım?" Dedim neşeli konuşmaya çalışarak. Bu kadar düşüncenin içinde bir ödev eksikti diye içimden söyleniyordum.
"Bin sekiz yüzlerin İngilteresi, Antik Yunan Dönemi ve Eski Mısır Dönemi."
Dudaklarımı ısırdım. Ağır konulardı.
"Anladım profesör. Ne kadar zamanım var?"
"Üç gün sonra teslim etmen gerek. O zaman konuşur nereye geleceğini haber veririm. Şimdilik görüşürüz Arven."
"Görüşürüz profesör."
Telefonu kapatıp nasıl bir ödev yapacağımı düşünmeye başladım. Yaz tatilinde bile rahat yoktu. Arkeoloji okumayı seviyordum ama şu ödevler bazen can sıkıcı oluyordu. Son sınıfa geçtiğim için ödevler iyice artmaya başlamıştı. Bir de ben profesör Helena ve eşi profesör Joseph'in gözde öğrencisiydim. Bana sınıftakilerden çok daha fazla önem veriyorlardı. Bu durum hoşuma gidiyordu açıkçası. Bende gelecek görüyorlardı muhtemelen. İnternette sevdiğim bir siteye girip bin sekiz yüzler İngilteresi'ni okumaya başladım. Sanayi İnkılabı olduğu için sanayi ağırlıklı çalışıyorlardı. Dokuma gelişmişti. Giyim tarzlarına bakıp gülümsedim. Uzun pamuklu elbiseler giyiyordu kadınlar. Büyük şapkalar modaydı herhalde. Erkeklerse tuhaf kesim pantolonların üzerine gömlekler ve kısa ceketler giyiyorlardı. Benim baktıklarım daha çok soylu kesime aitti. Halk daha sıradan ve gösterişsiz giyiniyor olmalıydı. Mimaride Victorya tarzı yapılar popülerdi. Genellikle saray tarzında iki katlı binalar vardı.

LAVINIA~Zamanın KülleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin