~3.Bölüm~
Ağacın yanına vardığımda bacaklarım bana itaat etmeyi bırakıp yere düşmeme neden oldu. Islak çimenlerin üzerinde oturup tam karşımdaki Victoryen tarzda iki katlı eve baktım. Ev demek biraz hafif kaçardı, evet. Malikane daha uygun bir tanım olurdu. Bakışlarımı bacaklarıma kaydırdığımda yere kadar uzanan bir elbise giydiğimi gördüm. Bordoydu. Kumaşı bin sekiz yüzlere uygundu. Bakışlarımı gökyüzüne çevirdiğimde gri bulutların toplanmaya başladığını gördüm. İngiltere'nin havasının genelde yağmurlu olduğunu biliyordum. Oturduğum yerden kalkıp elbisemi düzelttim. Bakışlarım karşıdaki malikanedeydi. Ne diye kapıyı çalacaktım ki? Hizmetçilik mi yapacaktım? Dudaklarımı ısırıp evin olduğu sokakta dolaşmaya başladım. Profesör Helena bana evdeki küçük kızın boynundaki kolyeyi göstermişti. Kızla ilgilenmeliydim ki kolyedeki taşı kolayca alabileyim. Derin bir nefes alıp evin kapısına doğru ilerledim. Evin bahçesi mükemmel görünüyordu. Rengarenk çiçeklerin süslediği çimenlerin rengi huzur vericiydi. Saçlarımı ellerimle tarayıp kapının süslü tokmağını çaldım. Kısa bir süre sonra yaşlıca bir kadın kapıyı açtı. Siyah elbisesi yer yer lekeliydi. Saçlarında gri tutamlar vardı. Gözlerini kısıp bana baktı.
"Buyurun küçük hanım, kime bakmıştınız?" Dedi ciddi bir sesle. Şimdi ne diyecektim? Yutkundum.
"Ben çocuklarla ilgili eğitim aldım. İş arıyorum. Burada küçük bir kız olduğunu duydum. Eğer isterseniz ona eğitim verebilirim." Dedim bir çırpıda. Beklediğimden daha güzel yalan söylemiştim. Kadın bir süre beni inceledi. Daha sonra kapıyı ardına kadar açtı.
"Biz de Nora için bir mürebbiye arıyorduk." Dediğinde gülümsedim.Evin içi filmlerde gördüğüm o zengin evlerinden bile güzeldi. Evdeki eşyalar göz alıcıydı. Çoğu altınla kaplıydı. Koltuklara oturmak için çekiniyordum. Çok pahalı bir kumaştan yapıldıkları belliydi. Bana kapıyı açan kadın ortalıkta olmadığı için etrafta biraz dolaşmaya karar verdim. Aile fotoğraflarının olduğu konsolun önüne gittim. Fotoğrafların kalitesi çok düşüktü. Fotoğraf makinesi icat edileli çok olmamıştı herhalde. Yine de küçük kızı hemen tanıdım. Bir koluyla bir kadına ve diğer koluyla da bir adama sarılmıştı. Yüzü mutlulukla parlıyordu.
"Nora'nın annesi ve babası. Tanrı Isabelle'nin ruhunu kutsasın. Öleli bir sene oldu."
Arkamdaki kadın konuşunca bakışlarımı Isabelle'nin yüzünde gezdirdim. Saçları dalgalıydı. Yüzü dikkat çekecek seviyede güzeldi. Gözlerim buğulanınca arkama döndüm. Kadın masanın üzerine atıştırmalıklar koymuştu. Masanın yanındaki koltuğa oturdum. Kadın tam karşımda oturuyordu.
"Nora bir yıldır oldukça zor bir çocuk oldu. Kimseyle anlaşamıyor. Neredeyse ayda bir yeni dadı ve mürebbiyeler gelmeye başladı. Daha iki gün önce en sonki mürebbiye evi terk etti. Oldukça hırçın. Annesinin yokluğu onda derin bir yara açmış olmalı."
İçimi çektim. Annenin yokluğunun ne demek olduğunu iyi biliyordum. Karşımdaki kadını mutlaka ikna etmeliydim. Burada işe giremezsem kolyedeki taşı asla alamazdım.
"Ben herkesle anlaşacağımı düşünüyorum. Nora'ya ders de anlatacağım. Tarihim ve yabancı dillerim iyidir. Ona Eski Mısır dili bile öğretebilirim." Dediğimde kadının gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
"O kadar şeyi nerede öğrendiniz Bayan..."
"Arven. Dediğim gibi iyi bir eğitim aldım. Nora hakkında gözünüz arkada kalmaz. Göreceksiniz ne kadar değiştiğini."
Kadın gülümsedi ve ayağa kalktı.
"O halde Nora ile tanışın. Bay Bruce da yakında gelir. Nora'nın babası yani. Nora ile anlaşırsanız ve Bay Bruce da onay verirse hemen işe başlarsınız."Birlikte merdivenlerden çıkıp Nora'nın odasının önüne geldik. Kadın kapıyı açmaya çalıştı ama kapı kilitliydi. Kapıya vurmaya başladı.
"Nora, lütfen kapıyı aç!" Diye bağırıyordu. Uzun bir süre içeriden ses gelmedi. Daha sonra kilit çevrilme sesi geldi ve karşımızda saçları küt kesilmiş on iki yaşlarında bir kız duruyordu. Öfkeli bakışlarını kadına çevirdi.
"Bu kadar önemli olan ne Grace?" Dedi sakin bir sesle. Kelimeleri çok düzgün bir şekilde söylemişti. Bayan Grace derin bir nefes aldı. Eliyle beni işaret etti.
"Mürebbiye adayın, Bayan Arven. Tanışmanızı istiyorum."
Nora bakışlarını bana çevirdi. Gözlerini kıstı. Beni baştan aşağıya süzdü.
"Tanışmak istiyorsa gelsin." Dedi içeri giderken. Bayan Grace de içeri yönelince durdu. "Yalnız gelsin."
Bayan Grace kapıyı kapatıp gidince dudaklarımı ısırdım. Bu aksi kızı nasıl ikna edecektim? Yatağına oturup bana bakmaya başladı. Daha önce bu kadar sıkıldığımı okuldaki ilk günümde hatırlıyordum. Beni uzun süre inceledikten sonra konuşmaya başladı.
"Bana ne öğreteceksin?"
En azından merak ediyordu. Bakışlarım bir anlığına kolyesindeki taşa kaydı. Hemen dikkatimi topladım.
"Yabancı dil öğretebilirim. Bir sürü yabancı dil biliyorum." Dedim hevesle. Dudağı yukarı kıvrıldı.
"Fransızca, İtalyanca ve Rusça biliyorum. Daha fazlasını öğretebilir misin?"
Gülümsedim.
"Eski Mısır diline ne dersin?" Dediğimde gözleri parladı.
"Gerçekten öğretebilir misin?"
Arkama yaslandım ve başımla onayladım. Bir süre Mısır hakkında sohbet ettik. Aslında göründüğü gibi aksi biri değilmiş. Sadece sevgi eksikliğinden öyle davranıyor sanırım. Babasıyla tanışınca bunu değerlendireceğimi aklıma yazdım. Biz sohbete dalmışken Bayan Grace geldi ve Bay Bruce'un geldiğini haber verdi.
"Ben babanla konuşurken sen de onu görürsün, gel." Dedim Nora'ya ama o başını iki yana salladı.
"Ayak altında dolaşmamı istemez. Eğer beni görmek isterse odama gelir."
Kaşlarımı çatıp odadan çıktım. Annesinin ölümü ve ilgisiz bir baba. Neden böyle davrandığı belli oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LAVINIA~Zamanın Külleri
Ciencia FicciónLavinia, ölüm çiçeği demek. Roma imparatorluğunun baş komutanı olan Titus'un güzeller güzeli kızıdır Lavinia. Ölünce şehrin uzağında bir tepeye gömülür Lavinia. Aylar sonra mezarının üzerinde bir çiçek çıkar. O çiçeğe de bölgede yaşayanlar lavinia i...