Vücudumu saran akım gittikçe şiddetlenirken başka bir şey düşünemez oldum. Aklımın kapıları kapandı ve bir an evvel bu rahatsız edici hissin geçmesini beklemeye başladım. Uyuşukluk ve hafif acı hissi geçince bacaklarım beni taşımaz oldu ve olduğum yere çöktüm. Hector, yüzüme yapışan saçlarımı geri çekti.
"Bacağın geçti mi?" Dedi sevecen bir sesle. Bakışları bacağımdaydı.
"Hiç ağrımadı ki."
Carmen, bunu söyleyip yanımızdan uzaklaştı. Koridor boyunca koşup rastgele bir odaya girdi ve kapıyı kapattı. Hector, içini çekip tam yanıma oturdu. Omuzlarımız birbirine değiyordu. Dudaklarımı ıslattım. Carmen numaramı anlamıştı ama bunu yapmak zorundaydım.
"Zamanla beni affedecektir. Milas buraya gelmemeliydi zaten. Profesörler durumu öğrendiyse ne cevap vereceğim bilmiyorum." Dedim gergin bir ses tonuyla. Bakışlarım kucağımda olduğu için Hector'un yumruklarını sıktığını göz ucuyla görüyordum.
"Bu aptalca duruma bizi soktukları için suçlular zaten. Carmen'in bunu söylemiş olması onu suçlu yapmaz. Gerekeni söylerim ben."
Ona döndüm.
"Lütfen, Hector. Onlarla daha fazla kavga etmeni istemiyorum. Son görev kaldı. O taşı da alınca bir daha yüzlerini görmeyeceğiz. Yepyeni bir hayata başlarız. Sadece üçümüz. Ne dersin?"
Sesim umut doluydu ama açıkçası görev bitince profesörlerden sonsuza dek kurtulacağımıza pek inanmıyordum. Hector elini yanağıma koydu ve bir süre gözlerimin içine baktı.
"Bir şeyler saklıyorsun, Lavinia'm ve bu hiç hoş değil. Seni neyle tehdit ettiler bilmiyorum. Nişanlın olmama rağmen bana söylemiyorsun. Karşı çıkmak istemiyorsun onlara ama sen çok güçlü birisin. Korktuğun bir şeyler var."
Sertçe yutkundum. Annemin profesörler yüzünden intihar ettiğini Carmen öğrenmemeliydi. Öğrenirse ne yapar eder bunun intikamını alırdı. Bu yüzden susuyordum ve profesörlere itaat ediyordum. Carmen bu durumu öğrenmeden onlardan kurtulabilmek için. Gergince etrafa baktım. Carmen yoktu. Bir daha Hector ile yalnız kalabileceğimiz kesin değildi ve söyleyeceksem şimdi söylemeliydim.
"Annem benim bu göreve gitmemi eskiden kabul etmiş ve profesörler bunun için bize her ay para gönderiyorlarmış. Annem bize ölen babanızdan kaldı demişti ama babam işten kovulmuş. Yani bir süre sonra profesörler para göndermeye başlamış. Carmen bunu öğrenirse intikam almaya çalışır diye sustum ve profesörleri dinledim. Annem onların yüzünden, beni bu kadar büyük bir yükün altında bıraktı diye intihar etti."
Son sözlerimden sonra uzun bir sessizlik oldu. Hector'un bakışları bir süre yüzümde oyalanırken daha sonra boşluğa yöneldi. Nihayet konuştuğunda sesi biraz kırgın biraz öfkeliydi.
"Annenin intihar ettiğini söylememiştin. Hem de bu aptal görev için. Başka sakladığın ne var Arven?"
Bana uzun zaman sonra adımla hitap etmişti. Kızgın veya kırgın olduğunda böyle yapardı. Ona ciddi bir şekilde baktım.
"Carmen sürekli yanımdayken nasıl söyleyebilirdim? Onu yalnız bırakamıyordum. Duyarsa mahvolurdu. Senden bir şeyler saklamayı hobi edinmedim yani."
Ayağa kalkıp koridor boyunca yürümeye başladım. Carmen'in girdiği odaya girdim ama içerde yoktu. Hector yanıma geldiğinde ona bakmadan koridor boyunca ilerlemeye devam ettim. Yandaki odadan çıkan profesör Helena ile az kalsın çarpışacaktık.
"Sonunda döndünüz ama kardeşin nerede?" Dedi yüzünde sahte olduğu belli olan bir gülümsemeyle.
"Buradayım." Diyen Carmen'e dönüp gülümsedim ama o doğruca profesöre bakıyordu.Hep birlikte profesör Joseph'in yanına gittik. Bize alacağımız taşları ve kişileri gösterdikleri küreye dikkatle bakıyordu. O tarafa yaklaşınca kürede Milas'ın görüntüsünü gördüm. Buraya gelirken kullandığımız ağacın dibine çökmüş gözyaşlarıyla ıslanan yanaklarını siliyordu. Sıkıntıyla iç geçirdim. Ne cevap verecektim? Profesör Helena, eşinin yanına geçti ve o da küreye bakmaya başladı. Biz üçümüz yan yana duruyorduk. Profesör Joseph küreye bakarak konuşmaya başladı. Ses tonu katıydı ve içime korku yayılmasına neden oluyordu.
"Demek bu gence sırrınızı anlattınız. O sıra sizi izlemiyordum ama bugün baktığımda ters giden bir şeyler olduğunu anladım. Arkanızdan koştu ama yetişemedi. Anlamıyorum, onu neden buraya getirmek istediniz?"
Carmen'e baktım. Başını dikleştirmişti.
"Bu tamamen benim fikrimdi. Onun her zaman yanımda olmasını istemiştim."
Dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi kırpıştırdım. Profesör Helena gülmeye başladı. Dalga geçtiği çok belliydi. Öfke içimde kabarmaya başladı.
"Zavallı küçük kız aşık mı olmuş? Hem de başka evrendeki birine. Ne acıklı ama."
Carmen ile birlikte konuşmak için atıldığımızda Hector'un sesi ikimizin sesini de bastırdı.
"Siz sevgiden ne anlarsınız ki? Kendi çıkarlarınız için masum insanları kullanan pisliklerin tekisiniz. Masum duyguları anlamanız için iyi bir kalbe sahip olmanız gerek. O da sizde yok belli ki."
Profesör Helena'nın gülüşü yüzünde dondu. Profesör Joseph, Hector'a nefret dolu bir bakış attı. Topuklu ayakkabı sesleri eşliğinde yanıma gelen profesör Helena, tam yanımda durdu. Elini bana uzattı.
"Taşı alayım, tatlım."
Ellerimin sinirden titremesine engel olmak için büyük bir çaba harcayarak elimi eskiden elbisenin cebinin olduğu yere götürdüm. Şimdi üzerimde ilk kez buraya gelirken giydiğim mavi elbisem vardı. Taş onun cebindeydi. Taşı cebimden çıkartıp hareket ettirdim. Mor rengi ışık vurdukça değişiyordu. Profesör Helena sert bir şekilde elimden aldı taşı. Neredeyse koşarak eşinin yanına gitti. Birlikte heyecanla taşa baktılar. İçimi çekip diğerlerine baktım. Carmen yere bakıyordu. Yumruk yaptığı ellerinin tırnaklarını avucuna batırıyordu. Bakışlarını bir anlığına bana çevirdi. Kırgınca baktı bir süre ve tekrar yere bakmaya başladı. Onun kalbini onarabilecek miydim bilmiyordum. Bana çok kızgındı. Bakışlarımı tekrar profesörlere çevirdiğimde mor taşı özenle camdan bir kaba koyduklarını gördüm. Profesör Helena eliyle beni yanına çağırdı. Yanına gittiğimde kolumdan sertçe tutup odanın arkasına doğru çekiştirdi. Bir an boş bulup bağıracaktım neredeyse. Dişimi sıkıp ona öfkeyle bakmaya devam ettim.
"Kardeşine söyle. Bir kez daha sırrımızı ifşa ederse onu orada bırakırım. Şimdi geri döndürmüyorsam senin hatrın için. Anladın mı beni?"
Kıvırcık saçlarının yüzüne gelen kısmı o her konuştuğunda hareket ediyordu. Senin hatrın kısmını duyunca sinirle güldüm.
"Profesör, emin olun ki hatır falan kalmadı aramızda. İsterseniz hepimizi istediğiniz bir zamana gönderip orada bırakabilirsiniz. Üçümüzün de zerre kadar umurumuzda değil."
Gözlerinde öfke kıvılcımı tutuştu ama kısa bir süre sonra o kıvılcım sönüp yerini soğuk bir ifadeye bıraktı. Dediklerime cevap vermeden ilerleyip eski yerine geçti. Ben de bizimkilerin yanına geçtim. Burada olmaktan nefret ediyordum. Yeni bir göreve gidecek olmaktan da. Lanet olası taşlar beni ilgilendirmiyordu ki. Gidip kendileri alsaydı da bana bulaşmasalardı ne güzel olurdu.Uzun bir süre profesörlerin aralarında konuşmalarını izledim. Canım iyice sıkılmıştı. Hector'a döndüm. Bakışları geniş odanın içinde dolaşıyordu. Carmen ise sürekli yere bakıyordu. Onunla konuşmalıydım. Yanına gittiğimde bakışları yerden kalkmadı. Elimi uzatıp ellerini tutmak istedim ama seri bir hareketle ellerini çekti.
"Carmen, Milas buraya gelemezdi. Evet, oyun oynadım ama buna mecburdum. Aranızdaki konuşmaları duymuştum. Dediğim gibi buraya uyum sağlayamayabilirdi. Geldiği gibi öldüğünü düşünsene. Suçluluk duyacaktın. Çok üzülecektin."
Bana kırgınca baktı. Böyle baktığını daha önce hiç görmemiştim. En azından bana karşı.
"Belki de ölmeyecekti. Her zaman yanımda olacaktı. Uyum sağlayabilirdi. Sen, benim mutluluğumu çaldın."
"Carmen!" Diye bağırdı Hector araya girip. Elimle onu susturdum.
"Sen benim ablamsın, annem değil. Benim hakkımda karar veremezsin. Hector abi yanında ve hayatın boyunca da bu böyle olacak. Bense size boynum bükük bakacağım. Buna sen sebep olmuş olacaksın. Senden nefret ediyorum."
Ona kalbim paramparça olmuş bir şekilde bakıyordum. Gözlerim doldu ama gözyaşlarım akmasın diye kırpmadım.
"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" Dediğimde başını sertçe aşağı yukarı salladı. Ağlamamak icin büyük bir çaba harcayarak yerime döndüm. Hector elimi sımsıkı tuttu. Titrek bir nefes aldım. Profesör Helena'nın sesi içeri dolduğunda hâlâ ağlamamak için direniyordum.
"Eski Mısır'a gideceksiniz, bildiğiniz gibi. Saraya girmeniz gerekli çünkü alacağınız taş kraliçenin tacında. Bu kez işiniz bir hayli zor. Kraliçe pek yalnız kalmayacaktır. Onun gözüne girip en yakınında yer almalısınız. İşiniz zor olduğu için bu kez gerçek taşın yerine koyacağınız sahte taşı size biz vereceğiz."
Önlüğünden çıkarttığı mavi taşı tezgahın üzerine koydu.
"Bu kez hangi mevkide olacağız? Yine soylu muyuz?"
Hector aklımdakini sormuştu. Ben de soru sormak istiyordum ama cümleleri toparlayamacak kadar üzgündüm. Profesör Helena yapmacık bir şekilde gülümsedi.
"Bu kez öyle değil ne yazık ki. Saraya girip kraliçeye yakın olmak için kızlar nedime olacak. Hector sen de hizmetkâr olacaksın."
"Evli mi olacağız yine?"
Sonunda konuşabilmiştim. Profesör sorumu cevaplamadan Hector cevap verdi.
"Bu kez evli olmayalım." Ona tuhaf tuhaf bakınca aceleyle ekledi. "Ailece saraya girmişler diye söz çıkabilir. Adam kayırma tarzında. Orada tanışmış gibi rol yaparız."
Mantıklıydı. Profesör, Hector'un dediğine başıyla onay verdi. Arkadaki dolaptan bizi o zamana ışınlayacak olan aleti kucağına aldı. Parfümünün kokusu burnuma doluyordu. Annemin parfümüne benzemesi içimdeki özlemi hatırlamama neden oldu. Kalbim acıyordu. Profesör Helena önce Carmen'in başına aleti yerleştirdi. Carmen dümdüz karşıya bakarken onu saran ışık yavaşça bütün vücudunu sardı ve bir süre sonra yok oldu. Alet havada asılı gibi duruyordu. Profesör, aleti düşmeden yakaladı ve Hector'un başına yerleştirdi. Onun da gidişini izledim. Sıra bana geldiğinde profesörün gözlerine baktım. Bir zamanlar bana sevgiyle yaklaşan bu kadın mıydı? Bana baktığında gözlerinin parladığını zannerdim. Sen en sevdiğim öğrencimsin, Arven. Buruk bir gülümsemeyle ona bakmaya devam ederken aletin soğukluğu alnımı kapladı. Profesörün ifadesiz bakışları bir süre gözlerimi buldu. Bu sürede ortadan kaybolana dek ona bakmaya devam ettim. Ortadan kaybolmamdan kısa bir süre önce sahte mavi taşı elime koydu. Silikleşen ve kaybolan laboratuvar bütün kötü anılarımı hatırlatan bir canavara benziyordu.Yeniden belirdiğimde gözüm ağacı aradı ama Mısır'da olduğumu için ağaç yoktu. Onun yerine bir kaktüs vardı tam arkamda. Demek ki geri dönüş yerimiz burasıydı. Bakışlarım elbiseme kaydı hemen. Beyaz ve altın sarısı karışımı bir elbise giyiyordum. Boynumda büyük bir kolye vardı. Daha çok mavi taşlardan oluşuyordu. Elbisem tam olarak Eski Mısır'a uygundu. Hector yine elbise tarzı bir şey giyiyordu. Yüzünü buruşturunca gülesim çıktı ama o an bakışlarım Carmen'e ulaşmıştı. Gülümsemem yüzümde dondu. Carmen, ayağıyla kumu eşeliyordu. Onun elbisesi krem ve kahverengi tonlarındaydı.
"Son göreve hazır mısınız kızlar?" Diyen Hector'un bakışlarını takip ettiğimde devasa sarayı gördüm. Tarih kitaplarından fırlamış gibiydi.
"Harika görünüyor. Büyüleyici..."
Hayranlığımı ifade edecek doğru sözcükleri bulamıyordum. Hector bir eliyle benim elimi diğer eliyle Carmen'in elini tuttu. Saraya doğru yürümeye başladık. Konuşmuyorduk ama Hector'un bizi barıştırmak için her şeyi yapacağını biliyordum. Carmen kalbimi çok kırmıştı. Benden nefret ediyordu. Belki kendince haklıydı ama bunu böyle dile getirmesi çok kırıcıydı. Derin bir nefes aldım ve son göreve odaklandım. Bunu da halledince özgür olabilirdik. Olabilirsek tabi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LAVINIA~Zamanın Külleri
Ciencia FicciónLavinia, ölüm çiçeği demek. Roma imparatorluğunun baş komutanı olan Titus'un güzeller güzeli kızıdır Lavinia. Ölünce şehrin uzağında bir tepeye gömülür Lavinia. Aylar sonra mezarının üzerinde bir çiçek çıkar. O çiçeğe de bölgede yaşayanlar lavinia i...