Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerimi açmıştım. Şöyle bir etrafa göz attım. Dün Elvis'in yattığı koltuk toparlanmıştı. Kendisi de ortalarda gözükmüyordu. Yavaşça yattığım yerden doğruldum. Ellerimi yüzümü yıkayıp, ağızımı çalkaladım. Yavaşça karavanın kapısını açtım ve dışarıya çıktım. Kapının hemen önünde iki piknik sandalyesi ve bir masa duruyordu.
"Günaydın." Gelen sesle kafamı sağa çevirdim. Elvis karavanın yanındaydı. Bulunduğu kısımdan bir kapı açılmış içerisinden tezgah, tost makinesi, bir mikrodalga ve lavabo çıkmıştı. Acaba bu karavanın başka nerelerinden değişik şeyler çıkıyor diye düşünmeden edemedim.
"Günaydın." dedim ona gülümseyerek. Kesme tahtasında kestiği domates ve salatalığı tabağa yeeleştiriyordu. Tezgahtaki tabaklardan iki tanesini alıp masaya bıraktım. O da arkamdan hazırladığı tostları getirdi. Beraber masaya oturup kahvaltı etmeye başladık. Sohbet etmiyorduk. Sanki konuşacak her şey bitmişti. Konuşmak istiyordum ama nasıl konuşacağım hakkında bur fikrim yoktu. Sadece onu izliyordum oturduğum yerden. Ciddi suratı ve hafif çatılmış kaşlarıyla yemek yerken sevimli durduğunu söyleyebilirdim. Onun hakkında çok şey söyleyebilirdim aslında. Çok şey anlatabilirdim size onun yüzüne her bakışımda hissettiklerim hakkında. Aramızda tam olarak ne olduğundan bile emin değildim. Ondan hoşlanıyordum bu gayet açıktı. Ama flörtleştiğimizi söyleyemezdim. Kim flörtlestiği birinin peşinden arabaya atlayıp evinden onlarca kilometre uzağa giderdi ki?
Kahvaltıyı bitirmiş, masayı toparlamış ve bulaşıkları halletmiştik. Şimdiyse sandalyelerde oturmuş kahve içiyorduk.
"Doğrusunu söylemek gerekirse şu an aklıma yapacak hiçbir şey gelmiyor. Halbuki sana çok mükemmel günler geçirteceğimi düşünmüştüm." Hafif üzgün bir tınısı vardı sesinin. Mahçup gibiydi de biraz. "Sorun değil günlerim güzel geçiyor zaten." diyerek yanıtladım onu. Yüzünü büyük bir gülümseme sardı yeniden. Aynı şekilde gülümseyerek karşılık verdim. Kahvelerimizi içip sohbet etmeye devam ettik. Çocukluğundan, dedesinden, büyükannesinden bahsetti. Büyükannesini hiç görmemiştim ama anlattıklarıyla kafamda hayal ediyordum. Anlattıklarına bakılırsa oldukça haylaz bir çocuktu. Dedesini nasıl çileden çıkardığını anlattıkça gülmekten karnımız ağrımıştı.
Saat neredeyse öğleden sonra ikiye geliyordu. Saatlerce konuşmuş ve birbirimizin hayatlarını öğrenmiştik.
Onunla konuşmayı seviyordum. Konuşmasında beni çeken bir şeyler varmış gibi hissediyordum. Bir anda her şey gidiyor ve o kalıyordu. Annemi, kardeşimi, okulumu, arkadaşlarımı... Her şey bir anda kayboluyordu. Ve en önemlisi de onunla olmayı seviyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kiss me hard before you go| Marilyn&Elvis
Teen Fiction"Sen bana aşkı öğreten şeysin Marilyn. Sana minnettarım."