1.BÖLÜM
''Ölümün Rengi''
Nerede olduğunu bilmiyorum, toprağın altında olmadığını bildiğim kadar.
İzliyor musun? Öyleyse özlediğimi biliyorsun. Hazır konu açılmışken, gözlerime ve bilincime güzel şeyler borçlu olduğunu unutma.
Sana.
Bana ölümü öğreten kişiye ithafen.
Umudun varlığını, etrafımdaki her bir insan tanesini yaşıyorken gördüğümde tekrardan kendime hatırlatırdım. Onların gülüşleri, ağlayışları, hatta başkasına olan bakışları bile, bana göre yaşamın ve umudun birer göstergesiydiler.
Zaman geçti, kendimde gördüklerim yaşamın aslını bana bir hayli öğretti. Yeri geldi şefkatle yanaklarımı okşayarak, yeri geldi okşadığı yanaklarıma parmaklarının izini çıkarırcasına tokat atarak...
İnsanlar, dolaşıyorlar,
Caddelerde, sokaklarda, çarşılarda.
Gülümsüyorlar, ağlıyorlar, öpüşüyorlar...
Maskeleri var, bunu günün aydınlığında, hatta gecenin karanlığında bile görebiliyorum. Şikayetçiler fakat sessizler. Sessizler fakat içlerinde birikmiş haykırışları var.
Kendi hayatlarını kendileri şekillendiremiyorlar.
Sadece, kaderi bekliyorlar.
Tek ihtiyacımız kader.
Tek ihtiyacımız kader.
Kader, tek ihtiyacımız.
Olduğum yerde, her türlü insanı görebilmek mümkün. Ölümle cebelleşen, ölümün kollarına çoktan atlamış olan, eşini, dostunu, evladını, annesini, babasını bekleyenler... Kimileri soğuk havaya meydan okurcasına, üzerlerine hiçbir şey almamış, fakat ısınmak adına bir o yöne, bir başka yöne doğru yürüyorlar. Kim bilir, belki de etrafını çevrelemiş sis dalgasını dağıtmak içindir bu hareketleri.
Kimileri ise oldukları yere çökmüş, elinde bir kahve, biraz da olsa ısınabilmek adına. Bariz, soğuktan bazı uzuvlarını hissedemez haldeler. Yavaşça yudumluyorlar fakat akışkan olan kahveyi yemek borusuna uğurlayabilmek, büyük bir buz kalıbını yutmak ile eşdeğer onlar için.
Kimilerinin yüzünde, yalandan bir gülümseme görüyorum. Belki de Tanrı'nın son anda onlara bağışladığı gerçek bir gülümsemedir, emin değilim. Kim bilir, belki de sonunda ölüm olacağını bilseler de, hatıraları bir bir gözlerinin önünden geçiyordur oturdukları kaldırım köşesinde.
Hastane bahçesi... Zemin katta bulunan acil servisin ve ameliyathanenin tam da önü. İçinde kopan fırtınadan, sessiz feryatlardan, hareketsiz çırpınışlardan kaçmak için; çaresizlerin titrek bacakları, tükenmeye yüz tutmuş umutlarıyla geldikleri yer. Bankların ve kaldırım taşlarının üzerinde boynu bükülmüş, sırtı üzerindeki koca yükten eğilmiş, başı bir medet umarcasına iki avucunun arasında, dirsekleri dizlerine dayanmış, gözlerini dua edercesine, yalvarırcasına kapatmış onlarca insan...
Şubat gecesinin keskin ayazı tenlerine, tenlerimize bir bıçak gibi saplanırken aldırış etmiyoruz. Hepimiz aynı pozisyonda, öylece oturuyoruz. Bazen insanların burun çekiş seslerini, bazen kesik hıçkırıklarını, bazen de gözyaşlarını silmek için kolunu oynatan birinin montunun sürtünüş sesini duyuyorum. Şuradaki esmer bir genç, sakallı yüzünü dağıtırcasına avuçluyor. Kim bilir göndermek istediği ne düşünceler beynini, ne görüntüler gözlerini esir aldı da astırdı çehresini. Ben böyle etrafı incelerken bir düşünce de beni yokluyor. Tekrar hatırlıyorum her şeyi, kelimesi kelimesine...