Dertlerini denize atamayan, bütün girişimlerinde boğulma tehlikesiyle yüz yüze gelen herkes için...
Aklı karışırdı bazen insanın... Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemez, hareket edemez, öylece kalırdı olduğu yerde. Hila kolumdan tutup mutfağa getirmeseydi beni, sanıyorum ki orada saatler boyunca kalacaktım. Şimdi ise mutfak masasının etrafındaki karşılıklı sandalyelere oturmuş, birbirimize gözlerimizi dikmiş bakıyorduk. Ben açıklama bekliyordum, o ise büyük ihtimalle özenli bir şekilde cümlelerini kuruyordu.
Bir süre daha bekledik o halde. Heyecanlı değildim, korkmuyordum, üzülmüyordum da... Ya da aslında bütün duyguları bir miktar hissediyor ama ayırt edemiyordum. Diyorum ya, karmakarışıktım. Geçen süre boyunca Hila herhangi bir ses vermediğine göre, bir şeyler sormalıydım.
"Annen, çok güzel bir kadın. Tıpkı senin gibi." Diyerek düşüncelerimi belirttim. Gülümseyerek karşılık verdi. "Evet, öyle. Teşekkürler."
Konuşmayı devam ettirmezsem, sanıyorum ki sonsuza kadar susabilirdik. "Ne zamandan beri böyle?""Dokuz yıl oldu, on altı yaşındaydım. Henüz lise ikideydim."
"Zor olmalı...Peki, nasıl oldu bu?" Dedim söyleyecek şeyler gitgide kısıtlandığının sinyalini verip, beynimde nefessiz kalırken. "Zor olmalı tabi... Ama annem için. Benim ona karşı takınabileceğim tek tavır ancak ölmediği için ona minnet duymak olabilir." Derin bir nefes çekerek devam etti. Nefes değildi sanki, bu evdeki tüm hatıraları doldurmuş gibiydi içine, yüzü öyle bir acıyla kasılmıştı ki... "Daha fazla can çekişmene gerek yok beni konuşturmak için. Biraz, uzun konuşacağım, kusura bakma."Bir nefes daha çekti içine, aynı bir önceki gibi. Göz bebeklerinin endişeyle titreyişi gözümden kaçmamıştı, maalesef. "Az önce de söyledim ya, annem ben on altı yaşındayken feci bir trafik kazasında başrol oynadı. Yaşaması, büyük bir mucize. Kaç kere yaşaması için hiçbir umut olmadığını, benim de kendimi yıpratmamam, hayatıma devam etmem gerektiğini duydum beyaz önlüklü adamlardan... Eve dönemiyordum, tek başıma kalmaya korktuğumdan. Babamı zaten hiç görmedim. Kaptandı uçsuz bucaksız okyanuslarda. Annem her gece ben uyurken babamın beni gelip öptüğünü söylerdi. İnanırdım. İnanmaya ihtiyacım vardı çünkü. Babamın kaptan olduğu doğru, evet ama seferlerde olduğu yalandı. Babam, daha ben doğmadan kaybolmuş mavi sularda. Sence mavilikler arasında mıdır, yoksa çoktan güneş ışığının dahi ulaşamadığı karanlıklarda, okyanusun derinliklerine bir damla mı olmuştur?" Dalgın yüzü birden hayaller ardındaki gerçeklerin farkına varmışçasına kasılıp kendine geldi. "Her neyse işte... Annem hakkında hiçbir umut zerresinin kalmadığı bir zamanda, annemin uyandığını söylediler. Tam onun öleceğini kendime zorla kabul ettirmiş, hatta kendimi buna hazırlamışken. Ama... Ama yatağa bağlı yaşayacağını söylediler. Yürüyemez, konuşamaz, hatta doğru düzgün gülemez bile. Yani, senin annen bir daha seni asla sarmalayamaz, yaşamın hakkında hiçbir öğüt vermez, sadece bakar sen konuşurken, anladığı meçhul gözlerle..." Gözlerinden akan yaşları sildi, "O'na ancak yaşadığı için teşekkür edebilirim, beni yalnız bırakmadığı için... Ama ben çoktan onun bana teşekkür edebileceği sebepleri yok ettim. Gideceğim.""Bunu, biraz daha açabilir misin? Nasıl, nereye gideceksin?"
Sorduğum soruya hiçbir cevap vermedi. Bana aktardıkları sadece yüzünden okuyabildiklerimdi ve onların bu kadar kısıtlı oluşu, bana oldukça ciddi ve içinden çıkılması zor bir durumda olduğumuz hakkında beynimin içinde sivrisineğin vızıldayışı gibi sesler gönderiyor, kafamı biryerlere vurmam ve buna bir son vermem için beni zorluyordu.
Anlattığı onca şeyden sonra bunu söylemesi... "Ne demek gideceğim? Bunca şey anlattıktan sonra onu böyle, burada bırakmayı mı düşünüyorsun!" Anlamsızca belki ama... İçimi öyle bir sinir, korku kaplamıştı ki, bağırmak istiyordum ses tellerimi yırtarcasına, ama annesi duyabiliyordu, biliyordum. Devam ettim.