//23

257 34 29
                                    

Wooyoung, kanepede bağdaş kurmuş dirsekleri dizlerine dayalıyken başını da ellerinin arasına almıştı. Televizyonda rastgele açtığı kanalda pek de ilgisini çekmeyen bir dizi oynuyordu. Sadece iki dakika ekrana odaklanabilmişti zaten. Sık sık dalıp gidiyordu, o anki gibi. Geri döneli bir haftaya yakın olmuştu ve bu sürede kalan arkadaşlarıyla da görüşmüştü, her ne kadar ona sitemli olsalar da anlayış gösteriyorlardı, en önemlisi onu gerçekten özlemişlerdi. Bir tek San, yüzünde tek bir ifade olmadan bakmıştı ona, o andan sonra da hiç arayıp sormamıştı. Wooyoung, şehre döndüğü an yanına gidip onu görmek istediğini söylemesinin yeterince açık olduğunu düşündüğünden onun konuşmak istemesini beklemeyi uygun bulmuştu ama beklediği adım gelmiyordu. Arkadaşlarının aslında San'ın onu özlediği, o olmadan nasıl zamanlar geçirdiği hakkında söylediklerine rağmen Wooyoung, artık buna inanmakta zorlanıyordu.

"Wooyoung?!"

Jongho'nun sesi kulaklarını doldurduğunda yerinde sıçradı. Ona baktığında kapının çerçevesine yaslanmış ve kollarını çapraz bağlamış adamın bu günlerde sık gördüğü "Yine San'ı düşünüyorsun, değil mi? Tanrım asla aşık olmayacağım. Senin için endişeleniyorum, topla kendini aptal." bakışlarıyla karşılaştı. Evet, Jongho hepsini gözleriyle söyleyebilirdi.

"Efendim?"

"Bir süredir seninle konuşmayı deniyorum ama anlıyorum ki tek kelime bile duymamışsın. Neyse, ben dışarı çıkacağım. Yeosang'ı çağırmak ister misin?"

"Gerek yok, kendim takılabilirim."

"Yine?"

"Böyle iyiyim ben."

"Tabii."

"Sen geç dönersin sanırım?"

"Evet, evet..."

O, elindeki telefonla uğraşmaya dönmüşken Wooyoung da tekrardan televizyon kumandasını alıp kanallar arasında ilerlemeye başladı. Nihayet Jongho telefonunu kapatıp cebine koyduğunda evden çıkmak üzere askıdan ceketini aldı.

"San'la konuştum. Buraya geliyor."

"Ne yaptın?!"

Wooyoung'un bedeni dikleşip göz bebekleri günler sonra canlı bir şekilde kendisine baktığında Jongho doğru olanı yaptığını düşünüyordu. Bazen ilişkilerde üçüncü kişilerin küçük müdahalelerine ihtiyaç olurdu, değil mi? Gerçi Wooyoung'un kafasını hedefleyerek fırlattığı kumandadan kaçması için kendini kapıdan hızla atması gerekmişti.

Wooyoung koltuktan kalktığında bedenindeki durağanlığın geçtiğini, kalbinin hızlandığını ve teninin ısındığını hissediyordu. San'ı görmeyi büyük bir arzuyla istiyordu ve konuşmaları gerektiğini de biliyordu. Ama San hala kendisiyle konuşmaya hazır değilse bu sadece hüsran olacaktı.

Aklında dönen ihtimallerle beraber bir yandan da fiziksel olarak hazırlanmaya çalışıyordu. Belki bulundukları durumda anlamsızdı bu, lakin güzel görünmek istiyordu. Saçlarını düzeltirken aklına San'ın iki sene önce söylediği sözler geldiğinde gülümsemesiyle beraber gözünden akan tek bir damla yaş yanağından çenesine doğru süzüldü.

"Hastalığının sana verdiği her şeyin güzel göründüğünü söylemem sağlıklı olmayabilir, Young ama çok güzelsin. Çirkin olduğunu düşünebileceğin bütün fiziksel özellikler senin ruhunu çevrelerken çok güzel."

Umarım seni sonsuza kadar kaybetmemişimdir, San.

Giysilerini değiştirip ortalığı da üstünkörü topladığında henüz oturamadan kapı çaldı. Biraz daha beklerse bu heyecana  dayanamayacağını düşündüğünden delikten bile bakmadan çelik kapıyı açtı. San kapının ani açılışına şaşırmış gibi gözlerini bir an onunkilerle buluştursa da yeniden yere indirirken hiçbir şey söylemedi.

Целуй Меня (öp beni) // WooSanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin