-4

57 11 0
                                    

   Hızlıca kapıyı açtım. İşte beklediğim adam tam da karşımdaydı. Gözlerimi gözlerine kilitledim ve sıcacık bir gülümsemeyle “Hoş geldin!” diyerek içeri aldım onu. Paltosunu astı, ayakkabılarını vestiyerdeki ayakkabılık dolabına bıraktı. Dönüp bana gülümseyerek her zamanki gibi “Nasılsın bademim?” dedi ve beni belimden tutup kendine çekerek dudaklarımı öptü. Kulağıma eğilip “Seni çok seviyorum” dedi ve geri çekildi. “Ev nefis kokuyor, yine ne harika yemekler yaptın?” diyerek mutfağa girdi.

     Sıçrayarak kalktım yataktan. Gözlerim, yanaklarım sırılsıklam olmuştu. O kadar ağlamışım ki gözlerim şişmişti ve çok sızlıyordu. Neredeyse şişlikten gözlerimi tam açamıyordum. Kendimi düşünmeye o kadar kaptırmışım ki, kendimi rüyada gibi hissediyordum.

     Yatağın başlığına yaslanıp, biraz şekilde oturdum. Kafamı toparladım. İyice kendime gelince yavaşça ayağa kalktım. Saat sabah yedi buçuk olmuştu. İşten izin almam gerekiyordu. Telefonumun nerede olduğunu düşünmeye başladım. Sanırım oturma odasında olmalıydı. Her ne kadar o odaya girmek istemesem de mecburen yürümeye başladım.

    Çok korkarak odaya bir bakış attım. Gerçekten savaş alanı gibiydi. O karışıklığın içinde niye odaya girdiğimi unuttum. Tam hatırlamaya çalışırken kapı çaldı. Birden kalbim yerinden çıkacakmış gibi sinirle ve öfkeyle, aynı zamanda çaresizlikle de atmaya başladı. Bu saatte onun dışında kimse gelmiş olamaz diyordum kendi kendime, hatta açmamayı bile aklımdan geçiriyordum. Ama eğer oysa söyleyeceğim bir çift sözüm ve yüzüne atmam gereken ilk ve son tokadım vardı. Yavaşça kapıya doğru ilerledim ve içerisi görünmeyecek şekilde kapıyı aralayarak açtım.

           Bütün düşüncelerim yersiz kalmıştı o an. Çünkü gelen kişi Meral Hanım’dı. “Günaydın!” dedi ama beni görünce endişelendi. O dün akşam gördüğü güzel ve mutlu kadını böyle göreceği hiç aklına gelmemişti herhalde, zaten benim de aklıma gelmemişti. “Sen iyi misin canım?” dedi. Başka bir şey daha duymak istemiyordum. “Evet, iyiyim. Bir şey mi var?” diyerek kısa kestim. “Doğalgaz arızası halloldu, artık kullanabilirsiniz demeye gelmiştim. Kusura bakmayın bu saatte rahatsız ettim.” “Ne kusuru! Çok teşekkür ederim haber verdiğiniz için. İyi günler!” deyip, kadının cevabını bile beklemeden kapıyı kapattım. Hızlıca oturma odasına döndüm ve kadının kullandığı ‘saat’ kelimesi ne aradığımı hatırlatmıştı bana. Telefonumu aramaya başladım. Kısa süre sonra yerde üç parçaya ayrılmış halde buldum ve yerden aldım. Aynı zamanda yerdeki şeylere basmamak ve ayağımın da acımasını önlemek için parmak ucumda yürüyerek odadan çıktım. Antrede yere oturdum, bataryayı taktım, arka kapağını kapatarak telefonumu açtım.

     Tamı tamına 29 arama, 16 tane mesaj vardı. Hepsi ondandı. Hiçbir mesaja bakmadan rehbere girdim. Patronumun numarasını buldum, birkaç kere öksürerek sesimi açtım ve aradım. İlk çalışta açtı. “Günaydın Mesut Bey! Eğer siz de uygun görürseniz üç gün izin almak istiyorum” dedim. “Size de günaydın fakat neden izin almak istiyorsunuz?” diyerek karşılık verdi. O an içimdeki bütün nefreti, öfkemi kusmak geldi. Dün gece yaşadığım her şeyi bağıra bağıra anlatmak istedim. Ama ne bunu anlatabileceğim kişi ve anlatabileceğim zamandı. Derin bir nefes alarak “Özel sebeplerden dolayı” derken sesim baya bir ağlamaklı çıkmıştı. Sanırım derin nefes almak da pek işe yaramadı. “Peki, izninizi onaylıyorum. İyi günler!” dedi ve benden bir tepki beklemeden telefonu kapattı. İzin alabildiğime gerçekten çok sevinmiştim çünkü;  çalıştığım yerde izin almak neredeyse imkansız gibi bir şeydi. Ve tamı tamına üç gün izin almıştım. Ama birden kafama bir şey dank etti. Tek başınaydım! Ne birlikte film izlediğim, ne başımı dizlerine koyduğum, ne de sarılınca huzur bulduğum eşim vardı yanımda. Yalnız, çaresiz ve yorgundum. Gözyaşlarım yine sel gibi akmaya başladı yanaklarımdan. Öyle bir ağlamaya başladım ki, sanırım kriz geçiriyordum. Sinirle bağırmaya, haykırmaya başladım. Bağırarak ayağa kalktım. “Ben bunları hak etmedim!”, “Bunu nasıl yapabildi?” gibi bir sürü şey söyleyerek öfkemi kusmaya çalıştım. Başaramadım ve sinirle mutfağa daldım. Hala hazırda bekleyen masa ilişti gözüme. Hızla masanın yanına doğru ilerledim. Ve teker teker elime ne geçtiyse yerlere ve duvarlara fırlatmaya başladım. Bir, iki, üç, dört… Kaç tane tabak, bardak kırdım bilmiyorum ama birden başım dönmeye başladı. Duvara tutundum ve ağlayarak olduğum yere çöktüm.

    Kapının sesiyle irkildim. O an hiçbir şey düşünemiyordum. Sanki ayaklarımı beynim yönetmiyor gibiydi. Duvara tutunarak ilerledim. Gözyaşlarımdan dolayı etrafı bulanık görüyordum ve başımın dönmesi de aşırı şiddetlenmişti. Kapıyı açtım ve karşımda bir sürü kişi duruyordu. Hatta durmuyorlardı, dönüyorlardı. Yer sanki ayağımın altından kayıyordu. Etrafı ise çok silik görüyordum.

BADEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin