Büyülü bir yarım saatin ardından seremoni bitmiş, yemekler yenmeye başlanmıştı. Verilen sözler, tebrikler, iyi dilekler gibi klasik şeyler bittikten sonra, herkes sakince yerlerine oturduğunda daha önce verilen önemli bir sözün tutulma zamanı gelmişti.
Düğün için seçilen yer çok güzel bir yerdi. Bembeyaz, küçük bir kaleye benziyordu. Ön tarafında arabaların park etmesi için çakıldan bir düzlük ve beyaz mermerden, giriş salonuna açılan bir yol vardı. Arkasında ise yemyeşil bir bahçe ve taşlarla büyük bir gölede giden bir yol vardı. Göledin yanında insanların bu manzaranın tadını çıkarıp huzurla dolabilmesi için bir bank vardı ama oturmuş Jimin'in lafa girmesini bekleyen Chaeyoung hiç huzur dolu değildi. Gergin bir şekilde mutfaktan gizlice aldığı simidi yiyordu.
''Nereden başlasam bilemiyorum...''
''Baştan başla.''
Jimin söz vermişti kendine, asla onu terslemeyecekti bugün. Belki anlattıkları bittikten sonra ama şimdi, onu dinleyecekken olmazdı. ''Bu benim aklıma nasıl gelmez!''
''Başlıyor musun, yoksa gideyim mi?''
''Sen de gitmeye ne meraklısın. Tamam otur başlıyorum.''
''Bir zahmet.''
''Sözümü kesmeden dinle şimdi beni.
Ben küçükken babam şehir şehir gezerdi. Onu doğru dürüst görebildiğim zamanlar çok azdı. Sürekli başka şehirdeydi anlayacağın. Çocuktum işte, ailemi hep görmek isterdim o yüzden hep babama tamamen yerleşmesini söylerdim hep. Bunun o kadar çok ısrar etmiştim ki sonunda kabul etmişti.
Babam bir gün tamamen yerleşeceğini söyledi ama Kore'ye değildi. Bunu duyunca ağlamaya başlamıştım hatta günlerce hasta numarası yaparak yatağımdan çıkmayıp babamı evde tutmaya çalışmıştım ama sonra öğrendim ki babamın isteği bambaşkaymış. Biz de onunla taşınacakmışız. Daha ikinci sınıfa yeni geçmiştim, 8 yaşlarındaydım. Hızlandırılmış bir İngilizce dersi alıp iki ay içinde taşınacaktık. O kadar sürede ne kapsam yararımaydı. Orada duya duya öğrenir, diyordu babam. Annem de başka ülkede yaşıyorum diye akrabalarına hava atabileceği için oldukça mutluydu.
Aman ben buna hiç hazır değildim. Bir buçuk yılda pek çok arkadaşlığım olmuştu, buraya oldukça alışmıştım. Ayrıca bu mahalle veya şehir değiştirmek değildi. Farklı bir ülkeye gidecektim, dilini asla bilmediğim bir ülkeye ayrıca ve orada on yıl bile kalabilirdim. Çok fazla korkmuştum ama hiçbir şey söylememiştim çünkü eğer şikayet edersem babam beni almadan, tek başına taşınabilirdi.
İki ay sonra eşyalarımızı toplayıp arabaya binmiştik ama ben hâlâ İngilizcede adını söyleyip selam vermekten öteye gidememiştim, özel derste öğretmeni dinlemek yerine kağıdıma resim çizme, içimden şarkı söyleme, kafamda dans hareketi oluşturmak gibi şeylerle ilgilenmiştim. Ama söylediğim gibi bunun babamı vazgeçirebileceğini düşündüğümden hiçbir şey söyleyemiyordum.
Yeni evimize taşındığımızda, hâliyle yeni bir okula da başlamam gerekiyordu. İngilizce konuşulan bir okula tabi ki. Sanırım anksiyetem o zamanlar başlamıştı. Ne yapacağımı düşünüp duruyordum sadece. Ne konuşacaktım, nasıl arkadaş edinecektim, nasıl dersleri anlayıp sınavlara girecektim.
Sonunda okula başlayacağım zaman geldi. Tabi ki, akıcı İngilizce bilmediğim öğretmenlere ve sınıftaki çocuklara söylenmişti ama benim konuşamadığım gibi hiçbir söyleneni anlamadığımı kimse bilmiyordu.
O sırada çok zor zamanlar yaşamıştım. Hem dili doğru dürüst bilmediğim için iletişim kuramıyordum hem de, belki dili bilmediğim için arkadaşlık kuramadığımdandır, çok fazla zorbalığa uğruyordum. Ama en korktuğum anı hiç unutamam: klostrofobim yüzünden olan olayı.
Öğretmen bize sınıfta en büyük korkumuzu sorduğunda ben ben de kapalı bir yerde kalmaktan çok korktuğumu söylemiştim. Teneffüste bir kaç çocuk beni kolumdan tutup bir dolaba kapatıp gitmişlerdi. Çok korkup, dolabın kapağını bütün gücümle vurmaya başlamıştım. On beş dakika bana saatler gibi gelmişti, sonunda bir kız gelip beni kurtarmıştı.
Beni oradan kurtaran kız ile arkadaş olmuştum. Öğrenmiştim ki o da Koreliydi.''
''Bunu bana neden anlatıyorsun?'' dedi Chaeyoung. Anlattığı şeylerin onunla ne ilgili olduğunu anlamıyordu.
''Bölmesen de bitirsem.''
Chaeyoung elindeki simitten bir ısırık daha aldı. ''Tamam devam et hadi.''
''Zamanla çok iyi arkadaş olduk. Bana anlamadığım yerleri anlattı, İngilizce öğrenmemi sağladı. Teneffüslerde benimle oynadı. Çevre edinmeme yardımcı oldu. Okul dışında bana ailesi ile şehri gezdirdi. Onunla çok iyi anlaşırdım ve birbirimizi çok severdik. Onun yanındayken asla yalnızlık hissetmezdim. Ne zaman kötü hissetsem bana şarkı söylerdi, sesi çok güzeldi. Biraz daha büyüyüp telefonumuz olduğunda sürekli birbirimizi arardık oyun gibi, ailelerimiz telefon faturasından dolayı çok çekmişlerdi. Her ayın 20'sinde hamburger yemeğe giderdik, her cuma günü çıkışı ikimizden birinin evine giderdik.
Aynı ortaokula sonra da liseye gittik tabi ki. Hayallerimiz de aynıydı, beraber Kore'de şarkıcı olacaktık. Prova yapardık, ödül kazandığımızda yapacağımız konuşmaları prova ederdik, sabaha kadar konuşur hiç sıkılmazdık, gitarını çalardı şarkı söylerdik, ona dans etmeyi öğretirdim. Okulda da her zaman birlikte olduğumuzdan herkes bizi sevgili sanıyordu. Açıkçası benim ona karşı duygularım vardı.''
''Kız Seulgi mi?''
''Eğer Seulgi olsa neden sana anlatayım. Seulgi'ye anlatırım değil mi? Sus da devam edeyim. Benim ona duygularım vardı, bir gün ona itiraf etmeye karar verdim. Öğrendim ki onun da bana karşı hisleri vardı. Çok mutlu olmuştum.
Hayatımın en mutluluk verici günlerinden biri dediğim o gün, hayatımın en kötü gününe dönüşmüştü.
Gitar çalardı. O gün de gitar kursuna gidecekti sonra da bir kafeye gidecektik. Yolda giderken, bir pencereden atılan bir şey, hatırlamıyorum ama beyin kanaması geçirtebilecek büyüklük ve ağırlıkta bir şey, kafasına çarpmış. Sorumsuz insanlar, işine yaramayan bir şeyi öylece atmaya karar vermişler, ne kadar saçma değil mi. Yoldan biri geçmiyor sanıp atmışlar ama o çok kenardan yürüyormuş. Karşıya geçecekken tam o pencerenin altına gelmiş.''
''Şaka yapıyorsun... Öldü mü?''
''Hayır, beyin kanaması geçirdi. Bundan dolayı yaşadığı bazı şeyler beyninden silindi. Beni hatırlamadı, ailesi şok etkisi yaşatmasın diye beni uzağında tuttu. Sonra Kore'ye geri döndük. Ona ne oldu bilmiyordum yakın zamana kadar.''
Hikaye iyice Chaeyoung ilgisini çekmeye başlıyordu. ''Sonra haber aldın mı?''
''En başta onu bulduğumu sanarak biriyle çıkmıştım, Seulgi ama daha sonra, bir süre konuştuktan sonra o olmadığını anladım. Hadi ama Chaeyoung, bu kadar da deve olsa anlardı.
Zihnini zorla, o kız sensin.''
''Ne?''
Nasıl Chaeyoung olabilir, şokum şu an. Okurken hiç anlamadınız dieğil mi?
Şaka bir yana, umarım gerisindeki hikaye şaşırtıcı olabilmiştir.
Öhöm acaba Chaeyoung öğrendikten sonra Jimin'e soğuk olmaya devam edecek mi yoksa sorular mı soracak yoksa eski zamanlara mı dönmek isteyecek.
Öpüldünüz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
i know you are
Rastgele🌈𝙟𝙞𝙧𝙤𝙨𝙚 Park Chaeyoung, arkadaşıyla Park Jimin'i ayarlamak için mesaj atar. シ︎mostly texting