47

1.9K 184 40
                                    

47

Gecenin karanlığı duygularımızı örtmeye yetmiyordu. Herkes suskundu. Saatin kaç olduğu konusunda bir fikrimiz yoktu. Ötedeki türkü barlardan gelen kötü canlı müzik bile susmuştu. Sadece kıyıya vuran ve gittikçe şiddetlenen dalgaların sesi kalmıştı.

Buz gibiydim. Sadece bedenen değil, ruhum da en ücra köşelerine kadar üşüyordu. Ruhun köşeleri olur muydu? Bilmiyordum ama benden saklanan birkaç parçası olduğuna emindim, bu yüzden ücra köşeleri de olmalıydı elbet.

"İşte böyle," dedim rahatsız eden sessizliği bozmak isteyerek. "Bu, benim hikâyem. Todesbringerin'in hikâyesi."

"Todesbringerin..." Günhan acı çekiyormuş gibi güldü kendi kendine. "Bir de sana Valkyrie dedim. Allah'ım... Umut... Üzgünüm. Bilseydim..."

"Şimdi her parça yerine oturuyor," dedi Ali. "Tüm o tuhaf davranışların, umutsuzluğun... Bize attığın mesajlar..."

"Evdeki bitkiler öldüğünde bu yüzden o kadar panik oldun," dedi Günhan.

Başımı sallayarak onayladım. "Almanya'dan geldiğimden beri lanetim uykudaydı. Ve sandım ki tebdil-i mekân, lanetin peşimi bırakmasını sağladı. Ama evde bir şeyler ölmeye başladığında tüm o korku ve suçluluğu yeniden hissettim. Üzerine okulda yaşadıklarım tuz biber oldu. Ve sonra siz... Size bu kadar bağlanacağımı hiç düşünmemiştim. Kendime bir daha hiçbir yere ait olmayacağıma ve kimseyi çok fazla önemsemeyeceğime dair söz vermiştim. Eğer şimdi benim yüzümden size bir şey olursa ve ben yine hayatta kalırsam, bununla nasıl yaşarım bilmiyorum."

"Bir dakika..." dedi Sinem aniden. "Sen ciddi ciddi buna inanıyor musun? Yani bir lanetin olduğuna?"

Gözlerimi kaldırıp ona dik dik baktım. "Başka bir açıklama bulamıyorum. Çevremdeki herkes ölüyor, Sinem. Yarı Avrupalıyım, ya kökenlerim Pagan veya cadı falansa?"

"Eh, yıllardır uyuyan cadı geni de sana mı denk geldi?" Gözlerini devirdikten sonra ciddiyetle devam etti. "Yaşadıkların çok ağır ama bunun üstüne bir de sen kendine yükleniyorsun."

Yıllardır dilden dile bir fısıltı gibi, bazen de oldukça gürültülü bir şekilde yayılmıştı benim lanetli bir cadı olduğum. Herkesi öldürdüğüm ve daha fazla zarar vermeden oradan gitmem gerektiği, kapıların arkasından veya yüzüme söylenip durulmuştu. Ve tüm o yılların, sözlerin, acıların ve ölümlerin ardından, aksine inanmayı ve bununla savaşmayı asla düşünmemiştim bile. Bana söyleneni ve olanı direkt olarak kabul etmiştim. Çünkü etrafımdaki herkes bir şekilde ölüyordu ve ben, ölüm getiriyordum. Başka türlü neden yıllardır şoförlük yapan biri kalp krizi geçirip yoldan çıksın? Bir insan neden durup dururken kalp krizi geçirsin? Yıllardır ülkede yasal bir göçmen olan bir kadın neden o an öldürülsün? Neden onca zamandır görevini yapan bir müdür ölmek için o geceyi bulsun? Başka bir açıklaması olamazdı. Bu kadarı tesadüf olamazdı.

Aynı ciddiyet ve kararlılıkla başımı iki yana salladım. "Üzgünüm ama olanı değiştiremem. İnan ya da inanma, ben lanetliyim."

Ayağa kalkıp hepsine sırayla baktım. Benim başıma gelenler için üzgün ve kızgındılar. Oysaki onların başına gelen daha kötüydü, zira onların başına gelen bendim. Ben gelip de onların hayatlarına dokunmadan önce hayatlarının daha iyi olduğundan emindim. Sinem'in parlak bir geleceği vardı, hayat dolu ve girişimciydi; bensiz daha iyi olurdu. Ali'nin iyi bir kalbi ve romantik bir ruhu vardı; benden daha iyilerini hak ediyordu. Ve Günhan... Günhan'ın hayatı ben olmadan da yeterince kötüydü ve benim onun hayatını daha da kötüleştirmeye hiç hakkım yoktu.

Sonra birden onları terk edemeyeceğimi fark ettim. Gidecek başka bir yerim yoktu henüz. Kaçacak bir kapım daha kalmamıştı. Onların yanında onlar için bir tehlike oluştururken, yanımda kalmalarını da bencilce istiyordum. Çok uzun süredir sevgisizdim. Arkadaşlığın, sıcacık bir dokunuşun, ufak bir sevgi sözcüğünün ne olduğunu ve nasıl hissettirdiğini neredeyse unutacaktım. Onlar benim yanımda kalmayı kendileri seçmişlerdi. Kafam çok karışıktı, seçeneğim yoktu ve eğer olsaydı da neyi seçeceğimi bilmiyordum.

"Eğer yanımda olacaksanız tüm tehlikeye karşı ne olursa olsun kendinize çok ama çok dikkat edeceğinize söz verir misiniz?"

Ayağa ilk kalkan Günhan oldu. Omuzlarımın üzerinden uzanıp sweatshirtümün başlığını kafama geçirdi ve dikkatlice düzeltti. "Bu savaşta kendim ve senin için savaşmaya hazırım, Valkyrie."

Ali, dudaklarını hafifçe aralayıp Günhan'a baktı. Aklına bir şey gelmiş gibi durup başını salladı. Yüzünden geçen şaşkınlık ifadesini yutarken, bakışları birden sertleşip kaşları çatıldı. Ardından o da ayağa kalktı ve "Söz veriyorum," dedi. Gülümseyerek ekledi: "Eh, artık telefon numaranı verirsin."

Sinem, oturduğu yerden Ali ve Günhan'a bakıp başını iki yana sallarken, "Sinem?" diye sordum.

Yerinden kalkarken doğrudan bana bakarak, "Aptal," dedi. "Sen lanetli falan değilsin. Ama madem diretiyorsun, söz veriyorum."

Kimse cadı olmak veya ölüm getirmekle ilgili bir espri yapmaya, benimle dalga geçmeye kalkmadı. Oysa bunu önceki okullarımda defalarca yaşamıştım. Yaşıtlarım, kaybettiklerimin ailem ve çevrem olduğunu umursamaksızın acımasızca dalga geçmişlerdi. Ama Günhan, Ali ve Sinem, buna alayla gülmediler bile. Bana inansınlar veya inanmasınlar, en ufak bir espri yapmadılar. Onlar kaybettiklerimin farkındaydılar. Ortada gülünecek hiçbir şey yoktu.

Kimse zarar görmesin diye çekip gidemiyordum ve onları da bırakamıyordum. Ama onların da beni bırakmaya niyetleri yoktu. Aylar önce benimle birlikte yanan umutlarımın küllerinin arasında cılız bir kıvılcım kıpraştı. Kalbimin tam orta yerine ağır bir beklenti oturdu. Umut, sandığımdan da yoğun bir ağrıydı.

Umut Seansları | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin