BÖLÜM 19

107 12 3
                                    

Sözlerim birer birer zihnimde yankılandı. Görüntülerin hepsi bir anda gözlerimin önüne gelerek beni büyülenmenin eşiğine sürükledi. Bu iyi bir büyülenme şekli değildi, korkudan büyülenir miydi insan? Eğer öyle bir ihtimal yoksa delirmenin eşiğindeydim. Kim bilir? Belki de çoktan keçileri kaçırmıştım ve nalları dikmeye geliyordum. 

Sığla Malikanesine hoş geldiniz...

İçime akıttığım göz yaşlarım çıkmak için çırpındı. Göz pınarlarımdaki kurumayan yaşlar direnişime karşılık bunun boşa bir çaba olduğunu belirtmek istercesine çoğalarak kaçış yollarımın hepsinin tükenmesini eriyen bir mumu izlercesine izlememi sağladı. 

Ruhum asıl şimdi parçalandı. Annemin ölü bedenini gözlerimin önüne getirdiğimde, yerdeki yara bantlarının traji-komikliğine, kollarından koparılan bedenimin bırakmadığı buz gibi eline. Asıl şimdi paramparça olmuştum. 

"Azerin kötüysen-" Dedi Aksu endişeyle ama sözünü kesen ben oldum.

"Kötü falan değilim." Sesimin titrememesine bu kadar sevindiğim bir zamanı hatırlamıyordum. Ruhum paramparçayken tam aksine normalmişim gibi, sanki normal bir eve giriyormuşum gibi normal adımlarla içeriye girip yerde yıllar önce düşmüş, cam kırıklarının dolu olsa da toz tabakasıyla kaplanmış olan avizenin taşlarının ayağımın altında çıtırdamasını dinledim. 

"Alt kat panik odası." Dedim mutfaktan aşağı inen ahşap merdiveni işaret ederek. "Evden çıkmamız yasak olduğu için babam oraya kullanma tarihleri yirmi sene sonrasında biten konservelerden koymuştu-"

"Dışarı çıkmanız mı yasaktı?" Dedi Faron hariç hepsi aynı anda ve kendi kendime bunu söylediğim için kızarak başımı salladım.

"Babam annemi tanıştıktan iki hafta sonra zorla buraya getirmiş, annem de daha sonra dışarı çıkamamış zaten. Sekiz sene burada kaldıktan sonra da öldü." Daha sonra duraksamadan mutfağa geçtim. Buzdolabı, beyaz mermer tezgahlar ve aynı renk mutfak dolaplarından oluşan bir yerdi. Ortada ahşap kocaman bir masa vardı. Masanın birkaç metre yanından da yukarı çıkan bir merdiven geçiyordu. "Üst katta altı oda var, bir de çatı katı ama orasının kapısı kilitliydi, hala öyleyse oraya giremeyiz. Nereden başlıyoruz?" 'Benim yalnız kalacağım bir yeri bana verin, çünkü saatlerce temizlik yapma ayağına ağlayacağım, yalnız kalmak istiyorum' diyemeyeceğimden onların söylediği yerde en azından odamda bir zaman sonra yalnız kalacağımı anlayıp ağlayabilirdim. Kendimi bekletebilirdim, bunu başarırdım.

"Üst kattakilerden başlayalım, herkes bir oda alsın, kalanı beraber temizleriz." Dedi Aksu onaylamak için bana bakarak. Başımı salladıktan sonra merdivenden çıkmalarını işaret ettim. Hepsi endişeyle teker teker, gıcırdayan merdivenlerden çıktıklarında yalnızca Faron ve ben aşağıda kaldık. O da uzun sürmedi, benimle beraber yukarı kata çıktı. Geniş alan boyunca sıralı olan odalara, annemle beraber yaptığımız bir duvar resminin olduğu yerden yukarı, çatı katına çıkan merdine, bir duvarın hemen önünde olan minik sehpa ve üzerinde annemle yedi yaşındaki halimin resminin olduğu çerçeveye bakakaldım. Yalnızca ben değil, hepsi. Annem bir zamanlar kısa çimenlerin olduğu bahçemizde yedi yaşındaki halimin yanında duruyordu ve üzerimizde aynı kıyafetler vardı. Lacivert, minik beyaz çiçeklerin üzerinde olduğu, dizimizin hemen üzerinde biten kısa kollu, eteği hafifçe kabarık ve altından birkaç santimlik tüller sarkan çocuksu bir elbiseydi. Yirmi dört yaşında bir kadın giydiğinde elbette komik görünürdü, normali oydu ama annem hiç de öyle gözükmüyordu. Resimdeki benim büyümüş halimle bire bir aynıydı. İkimiz de birbirimizin kopyası gibiydik. İkimizin de gözleri neşeyle parlıyordu, uzun dalgalı saçlarım belime dökülüyordu, annemin de öyleydi. En son güldüğüm zamandı herhalde. Çünkü o zamanlar ona ne kadar benziyorsam şimdi tam tersiydim, gözlerimdeki neşe kaybolmuş ve yerini her gören insanı üzen bir hüzne bırakmıştı, saçlarım artık kahverengi değil, pembeydi. Bunun dışında yüzlerimiz ve bedenlerimiz tıpatıp aynıydı. Aynı zamanda yeteneklerimiz de benziyordu. 

İngiliz AksanlımHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin