Bir kişi çıksa da bana, "Bu hayatta en çok özlemini çektiğin şey nedir?" sorusunu sorsa, zihnimin en ücra köşelerine saklanmış ve bir zamanlar 'hatırlamaktan nefret ettiğim' anılar, sonu görünmeyen pişmanlıklar hatırıma gelirdi. Öyleydi ki artık somut bir hal alıyordu git gide. Gerçeğe, farkındalığa özlemdi benimki. Herkesin yaşayabildiği gibi yaşamak ve olumlu şeyler düşünebilmekti. Sevebilmek, haz alabilmekti. Hep değil ama bazen mutlu olmaktı. Tabi biraz da doyasıya çılgınlık.
Duygulardan yoksun, sahte ve ölü bir hayat yaşamak değil.
Geçirdiğim her saati, günü ve yılları saymayı uzun süre önce bırakmıştım. Yalnızca doğum günlerimde, bana kendilerince büyüdüğümü ve adıma mutlu olduklarından bahseden birkaç insan dışında. Her şey anlamını kaybettiğinde ve gerçekler her zaman burnumun dibinde olduğunda değişen hiçbir şey olmayacaktı. Yapınız neye meyilliyse, kendinizi nasıl tanıdıysanız öyle kabullecektiniz. Birisi tesadüf eseri gelip tüm hayatınızı kökten değiştirmediği sürece yani. Bu her şekilde olabilirdi fakat en zoru da buydu. Sizi ailenizden başka, her şeyden koruyabilecek birinin varlığına inanmaktı.
Yıllarca, bildiğiniz en kötü acı ile her gün yüzleşmek zorunda olduğunuzu düşünün. Acıyı biliyorsunuz, verdiği zararların da farkındasınız ama bunu zihninizin gerisine atamıyorsunuz. Böyle bir durum, aklı başında bir insanın bir süre sonra bile aklını kaybetmesini sağlardı. Ben zaten bunu yaşıyordum ve psikolojik sorunsalın daha ilerisi olan hissizleşme, umutsuzluk ve negatif düşünceler edinmiştim. Bunların hepsi, duygusal yönden beni tek başıma bir ordu kılacak kadar geliştirmişti. Gelecek en kötü haber dahi beni düştüğüm çukurdan daha derine itemezdi. Seneler boyu, elimde olması imkansız sebepler yüzünden kaderim beni hep sahip olduğum bilinçaltımın karanlığında süründürmüştü. Yardım çığlıklarım duyulmasın diye ağzımı bağlamıştı. Beni gün ışığından mahrum etmek adına duvardaki en küçük çatlağı dahi kapatan ve bir ömür boyu alacağım her nefesten mahrum eden, kurtulması imkansız bir kıskaçtı umutsuzluk. Kaderim tam olarak bu yöndeydi.
Belki sözde denilen 'yılanın başını henüz küçükken ezmek' terimini geçmişte uygulasaydım, bu bitişi olmayan sele kapılmazdım.
Eski halim, bugünkü benliğimle kıyaslanacak olursa temiz kalpli, güler yüzlü, eğlenceli ve empati duygusu gelişmiş bir çocuktu. Renkliydi. Her şeyin bir anlamı olduğu tek dönemde büyümüştü. Bugüneyse inandığım gerçek her vakit, her gün değişiyordu. Çoğunlukla kötü ameller için coşan iç sesime mi güveneceğimi, yoksa başarıyı çoktan elde etmiş insanların hallerini örnek alarak mı yaşayacağımı bilemiyordum. İkisinin de ortası yoktu. Ya en uçta olurdum ya da bir noktada canıma kıyardım... En uçta olduğumda bu dünyada kırdığım kalplerin, pişmanlıkların ve suçların hesabını asla veremezdim. Hatta hesap vermeyi bırakın, düzeltmeye bile çalışmazdım. Daha fazla pişmanlık ve bu canıma kıyana kadar devam ederdi. Kalbimde artık ne empati ne de merhamet vardı. Benim hayatım, her daim değişmeye meyilliydi ve buna engel olacak, elimden gelecek hiçbir şey yoktu. Bazı insanlar doğuştan sakat doğardı. Bazılarıysa çok küçükken yaptıkları bir şeyi büyüdüklerinde de yapmaya devam ederdi. Biri mecburiyet, diğeriyse bağımlılıktı.
Bendeyse her ikisinin bir ortası yoktu.
Yıllar öncesinde, dört bir etrafı dağlarla çevrili, berrak suların olduğu nehirlere ve şelalelere sahip bir vadide, ufak ama hararetli bir kasabada yaşardım. Pek gelen geçenin uğradığı bir mekan sayılmazdı, şehir merkezine uzaklığıysa yaklaşık birkaç kilometreydi. Ayda birkaç kez ülke başkanının kasabada güvenlikten sorumlu askerler için erzak temin etmesi hariç, hayatlarımız ve de sağlığımız için şehre inmekten başka yolumuz olmazdı. Para sıkıntısını hat safhada çekerdik. Bir defasında patatesin zamlandığını görünce meydanda uluorta kala kalmıştık, ki bunun sebebi tabii ki manav, kuruyemişçi, hayvansal ürün veya deri satan esnafların fiyatını askerlerin belirlemesiydi. Kimin ne halde olduğuna bakmaksızın, bütün kasaba onlarınmışçasına istediklerine el koyarlardı. Her durumda tamamen onların söz hakkı olurdu. Bizlerinse buna sesi çıkmazdı, çıkaramazdık.
Yıl kaç olursa olsun, burası dünyanın başka herhangi bir yerinde yoksulun yoksul olmaktan utandığı, bir ricada bulunduğunda itilip kakıldığı veya zevk için istismara uğratıldığı sayılı yerlerdendi. Barbarlıkta adeta yarış yapar, başkanın ise buna sesi çıkmazdı.
Bu kadar kargaşanın içerisinde bizde kendi halimizde geçinirdik. Babamın ailemize destek olması için aylarca para biriktirip aldığı ikinci el küçük bir kamyoneti vardı. Şehre onunla giderdi. Öğle vakti evden çıkar, akşamın alacakaranlığında eve gelirdi. Bizim için küçük hediyeler almayı çoğunlukla ihmal etmezdi ve o eve gelene kadar sırf hediyeler için kardeşlerimle güle oynaya beklerdik. Daha yedi yaşındaydım, tabii ki hediye almak her çocuk gibi beni de şımartırdı.
Ailemizde yaşanılan gerilimler, moral bozuklukları elbet vardı fakat neye bedel olursa olsun er geç unutulurdu. O gün hariç. O gün bu bilgiyi öğrendikten sonra kalbimin her yanına adeta hayali çivilerin saplandığını hissetmiştim ve aylarca kendimizi toparlayamamıştık. Hepimizi bu denli derinden üzen şey bir kayıptı. Babama evden çıkmadan önce iyi şanslar dilemiştik. Saatler olmuş ve babam kasabaya dönmüştü fakat o anda yanından geçen asker aracına kamyonetiyle sürtmesi, olayları kızıştırmıştı. Ufacık bir çizik yüzünden babamdan yüklü miktarda para ödemesi gerektiğini, bunun bir asker aracı olduğunu ve yaptığı hadsizliğe bedel olarak miktarı daha da artıracaklarını küstahça haykırmışlardı. Babamın, fakir ve üç çocuk babası olduğunu söylemesi fayda etmemişti. Oracıkta ölesiye dövmüşlerdi.
Birkaç gün hastanede yatmıştı. İyileşeceğine dair umutlarımız yüksekti çünkü doktor vücudunda bıçak veya silah yarasına rastlamadığını bildirmişti. Kazayı yalnızca birkaç morlukla atlatıp yeniden aramıza döneceğinden emindik.
Ta ki acı haber gelene kadar. Yan evde oturan komşumuzun biri doktorla bizzat görüşmüştü ve bize gelip bildiklerini anlatırken gözündeki yaşlara hakim olamıyordu.
"Bu sabah aldığı darbeler yüzünden iç kanaması başlamış. Doktorların ellerinde yeterli tıbbi ekipman olmadığı için gerekli müdahaleyi yapamamışlar. Bu da tedaviye tam bir buçuk saat geç başlamalarına sebep olmuş." Annemin ne diyeceğini merak ederek onu beklemiştim fakat hiç konuşacak halde görünmüyordu. Hıçkırdı, yaşlarını silmeye uğraşmadı. Daha fazlası süzülerek çenesinden aktı fakat sebebini sormadı veya inkar etmeye bile kalkışmadı.
Sadece, gerçekleri kabullenmiş gibiydi.
"O çok iyi bir insandı. Ona hep dua edeceğiz." Dedi komşumuz biraz daha kendini toparlamış halde.
Anlatılanların ciddiyetine henüz hakim olamamıştım, şaşkındım çünkü babamı kaybedemezdik. O güçlüydü, böyle bir duruma kurban gidemezdi. Sonrasında annemin en son hızla odayı terk edişini görünce beklenen şok dalgası üzerime vurdu. Evan -erkek kardeşim- ise sadece susup kaşlarını çatıyordu, bir an gözlerinin önünden yıkıcı bir duygu selinin geçtiğini görür gibi olmuştum fakat bu his geldiği gibi yok oldu. Babam bir daha bizle birlikte olmayacaktı. Aisha ise ortalarda yoktu.
Günler geçerken biz de bir daha eskisi gibi olamamıştık.
Annemin yüzü çökmüş, çocukları olarak hissedemeyeceğimiz kadar çok üzülmüştü. Acısını dindirecek ne çaremiz ne de teselli edici birşeyimiz vardı. Tek yapabildiğimiz ardında bıraktığı hususi eşyalara bakıp saatlerce göz yaşı dökmekti. Güzel günler tamamıyla geride kalmıştı. Ailemizde, her geçen gün acıların biraz daha azaldığını ve yerini hissizleşmenin aldığını görebiliyordum. Artık hiçbir şeyden beklentimiz yoktu. Kasabadan, insanlardan kısacası hayattan umudumuz kalmamıştı.
Evdeki erzağın zamanla azalması kötüydü fakat tanıdığımız insanların artık bize normalden farklı davranmaları daha da kötüydü. Göz göze geldiklerimizde her daim aynı bakışı görürdüm. Bize acırlardı.
Her fırsatta bize yardımcı olmaya çalışan birkaç kişi dışında dünyada pek az şey iyiydi. Hepsi bu kadarıyla da bitmiyordu. Ardından yaşadığım ve hayatımı adeta karartan travmaya kadar bu böyle devam etmişti. Babamı hiç unutmadım ancak bu olay, üstüne tam bir kaos etkisi yaratmıştı. Belki de yaşadığım en kötü senaryolardan birine şahit olmuştum. Tamamen insanlık dışıydı ve o günün her anı zihnime kazınmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
(YAKIN ZAMANA KADAR ASKIDA) MELEK KATİLİ -İçgüdülerimin Hırsızı 1-
Fantasy"Seni senden daha iyi tanıyan bir tek ben varım." dedi. Gözleri tamamen bana kenetlenmişti, "Ve bunu senin için söylüyorum, insanlar önlerine hazır konmuş bir kaderi yaşamazlar. Doğduktan sonra ellerinde her imkan vardır ve hayatta ne yapacaklarına...