2. BÖLÜM (-4)

22 4 10
                                    

Hikayenin 2. bölümü ile tekrardan karşınızdayım umarım sizde beğenirsiniz sjdhgfshfxsj oylamayı unutmayınn


10 YIL ÖNCE

Bu olaylardan sadece birkaç hafta önce babamı toprağa vermiştik.

Kasabanın, daha çok fakir ailelerin yaşadığı bölgede avcı takımı her gün düzenli olarak ava çıkardı. Kamyonetler ve eğitimli köpeklerle, yirmiyi aşkın kişi sabah kasabadan ayrılır öğleden sonra dönerlerdi. Tam anlamıyla takdire şayan insanlardan oluşuyordu, ki saldıkları nam ve yaptıkları iyiliklerin dışında hiç kimse onların kötü bir işe bulaştığına şahit olmamıştı. Bazıları kasabanın çocuklarıyla bile şakalaşıp eğlenirdi. Yardıma muhtaç insanları yalnız bırakmazlardı ve askerlerin kaba kuralları onlara pek tesir edemezdi. Bir keresinde avcı takım liderinin, askerlerin komutanıyla eskiden beri iyi dost olduklarını işitmiştim. Şaşırmıştım çünkü komutanın böyle bir duruma karşı görgüsüzce davranmasını bekliyordum. Kadınlara ve çocuklara dahi nasıl davrandığını kim bilmezdi ki.

Bay Harrison aralarında en saygı duyulandı ve takımın lideriydi. Annemden öğrendiğim kadarıyla on dört yıldır avcılık yapıyordu ve bekardı. Yanına onlarca kişi toplardı -henüz kamyonetimiz olmadan önce buna babam da dahildi- ve tüfeğini gün boyu kendi çocuğu gibi sırtında taşırdı. Döndüğünde ise yakaladığı hayvanın etini usulünce parçalara böler, gördüğü açlara ve herkese dağıtırdı. Yardımları sayesinde herkes ondan memnundu. Avcılığı zevk için yapmadığını herkes bilirdi. Geçimin zor olduğu bu dönemde iyi niyetiyle karnımızı doyuran bir baba gibiydi.

Bir sabah, "Saat henüz erken, gitmekte gerçekten kararlı mısınız?" Annem bunu Bay Harrison'a, elindeki köpek tasmasını düzgünce sarmaya çalışırken sormuştu. Annemin omzuma koyduğu kolunun altına biraz geriledim. Bay Harrison ne kadar iyi niyetli olursa olsun herkese göre biraz göz korkutucuydu. Çok uzun boylu ve iri yapılıydı. Gür sakalı ve kaşları onu korkutucu bir hale sokardı. Eğer onu tanımasaydım, korku filmlerinde katil rolüne bürünebilecek kadar karanlık göründüğünü düşünürdüm.

"Eh. Ben işimin ehli bir avcıyım, bize uymayan hiçbir gün veya saat yoktur bayan, her zamanki gibi güvenli bir şekilde gidip döneceğiz, endişelenmenize gerek yok."

"Bilemiyorum daha önce hiç bu kadar erken yola çıkmamıştınız. Ayrıca siz de biliyorsunuz bu saatlerde ortalık tekin olmuyor, vadi tehlikeli ve aşırı sis var, dikkatli olun." Annem endişelerini nazikçe dile getirirken adamın dudaklarında şefkatli bir gülümseme oluştu. Göz temasını kesmeden, "Biz sizin için bu işi yapıyoruz. Tabii ki dikkatli olacağız." Bizi ona çeken şeyde tam olarak buydu. İster istemez insanın ruhunu okşardı.

Eve dönmüştük fakat birkaç saat sonra geri geldiklerinin haberi duyulmuştu. Onları sevinçle karşılayan bir grup insan her zamanki gibi oradaydı fakat aklımızı karıştıran ufak mesele, normalden erken dönmüş olmalarıydı. Genel olarak öğleden sonraya anca dönerlerdi.

Belki Bay Harrison'ı görüp neden erken döndüklerini sorma fırsatı yakalayabileceğimizi umarak annemle dışarda beklemeye başlamıştık. Sabahtı ve havada görüş mesafesini kısıtlamayacak derecede sis tabakası hakimdi. En önde birkaç avcı üyesi hantalca yürüyordu. Arkalarından gelen bazısı tuttukları tasmalarda durmaksızın geriye dönüp havlayan köpekleri, güçleri yettiğince zapt etmeye çalışıyorlardı. Kamuflaj desenli kamyonetler sırayla kasabaya girmeye başladıktan sonra, kirli kaportalarını ve çamurlu lastiklerini fark etmemek olanaksızdı. Bataklığa girdiklerini düşünmek, eminim onlar için de mecbur kaldıkları bir karar olmalıydı.

Tatmin olabileceğimiz bir cevap ararcasına her aracı kontrol ediyorduk.

"Sanırsam Harrison biz onu fark etmeden kasabaya girmiş olmalı ya da sonra gelecek. Hiçbir araçta yok. Niye böyle yapıyor?" annemin sorusunun cevabını elbette veremezdik. Sanki kafile tamamen eli boş dönmüştü. Tam kendi kendime cevap arayacağım esnada, en son araç girdiğinde içgüdüsel olarak bu ana kulak kesilmeye başladım. Garip ya da olmaması gereken bir şeyler vardı sanki. Daha net görebilmek için birkaç adım öne çıktım. Aracın kasasında bitişik şekilde oturan avcıları gözden geçirdim fakat sezgilerim sorunun daha başka olduğunu söyleyip duruyordu. Bir nevi kendimi gerçekten huzursuz hissetmeye başlamıştım.

Ta ki, aracın arkasına bağladıkları halatta, yerde tozu toprağa katıp sürüklenen ve dışındaki örtü olmasa büyüklüğünü zihnimde dahi hayal edemediğim o cüsseyi görene kadar.

Anormallik karşısında birkaç insan çoktan elleriyle ağızlarını kapamış, aralarında fısıldaşmaya başlamıştı. Annem elini destek için omzuma koymuş ve nefesi sıkılaşmıştı. Çevreyi, diğer insanların ifadelerini analiz edercesine yavaşça süzdü. Adamların, kasaba için bu sefer başka planları olduğu aşikardı. Cüsse öyle büyüktü ki, dışardan görmemizi engelleyen örtünün sanki o an bir işlevi yoktu. Belki bir insan için birkaç litre denilebilecek miktarda kan, örtünün her yerindeydi, genişçe yayılmıştı. Normalden daha koyuydu ve midemi bulandırdığı kadar yaşadığım şokun da buna bir etkisi vardı. Altından çıkan boynuzları bir kılıç gibi örtüyü delmişti. Boydan boya kan ve çamurla kaplıydı.

Belki bir geyik veya sığın olabileceğine kanaat getiriyordum ancak birbirine uymayan etkenler yüzünden bu düşüncem de yavaş yavaş siliniyordu.

Bir anda, leşi meraklı gözlerden koruyan örtü henüz orada büyüdüğünü bile fark etmediğimiz sivri bir dikene takıldı, her ne kadar gerilse de en sonunda yırtılmıştı. Boynuzları örtüye takılıp artık görünebilen kafası serbestçe sallanırken gördüğüm şey karşısında donakalmıştım. Tahmin ettiğim üzere bir erkek geyik kafasıydı. Büyüklüğü nerden bakılacak olursa bir gergedanınki kadardı. Ağzındaki pembe dili araç her sarsıldıkça sallanıyordu ve alnındaki kısa tüyler süzülen kandan keçe gibi olmuştu. Artık yaşam belirtisi göstermeyen donuk gözlerini ve hizasında uçuşan birkaç sineği gördükten sonra midem alt üst oldu.

Fakat bakışlarımı kaçırmadım. Göz çukurlarından siyahımsı tonlarda garip bir sıvı aktığını fark etmiştim çünkü.

"Aa..." annemin dudaklarından dökülen tek ses buydu. Şaşkınlıktan söyleyeceği söz diline dolanmış gibiydi, suskundu ve gözlerini arada bir kaçırıyordu. Onun aksine çocuğunu eve sokan, arkasına saklayan ya da elleriyle gözlerini kapatan anneler çoğunluktaydı. O sırada yayan giden avcılardan biri, birden olan biteni gördükten sonra hızla silahını sırtına attı ve koşar adımlarla geyiğin görünen kafasını nedensiz bir aceleyle kanlı örtünün içerisine saklamaya çalıştı. Bu şey her neyse onlar için önemliydi, ya da başka planları vardı.

"Haydi, evlerinize dağılın!" avcı bir el işaretiyle topluluğa emir verdi. İnsanlar itaat ederek evlerine çekilmeye başladı fakat geriye kalan birkaç inatçı insan neler olduğunu anlamadan hiçbir yere ayrılmayacak gibiydi.

"Gereken yapılacaktır! Ve siz, boyunuzu aşan işlere kalkışmayın, dağılın!" bu esnada örtünün yırtıldığı hizada yürüyerek onu gereğince saklamaya gayret ediyordu.

İnsanların merak ettikleri bir şeyi öğrenme çabalarını nasıl hadsizliğe eş tutabilirlerdi ki?

Kasabalıların tuhaf ve sanki uzaylı görmüşçesine inceleyen bakışları, avcıların duruma el atmasıyla bir süre sonra yerini sükunete bırakmıştı. Evimize geçmiştik fakat o anın etkisinden çıkamıyordum ve görüntüler hafızama yerleşmişti. O şeyin ne olduğunu öğrenene kadar gece rahat bir uyku çekebileceğimden şüpheliydim.

Mantığımın, merakımın şimdilik önüne geçmesine izin vermeliydim yoksa içim içimi yiyecekti.

Annemin eve girmesiyle kendini koltuğa bırakması bir oldu. Elini alnına dayayıp bir süre sessizce yanan sobayı izledi. O esnada Evan ve Aisha -kardeşlerim- yan odadan çıkıp yanımıza geldiler. Bir şey söylememizi beklercesine bir bana bir anneme baktılar fakat gerçeği bilmedikleri için şanslılardı.

"Gelin buraya." İkisini de kollarına aldı. Yaşları bunlara şahit olmak için çok küçüktü. Masumiyetleriyle kalmalıydılar. Onları bağrına basarken, beni izleyen gözleri ise anlam veremeyeceğim kadar duygu yüklüydü.

Belki benimgörmem de hataydı.

(YAKIN ZAMANA KADAR ASKIDA) MELEK KATİLİ -İçgüdülerimin Hırsızı 1-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin