Dondurucu.
Baygın değildim fakat düşerken bacağımı fena halde çarpmıştım. Soğuk hava bedenimi ve kollarımı üşütürken, taşların arasına monteli demir kancaya dikkat etmemiştim. Düşerken baldırımı neredeyse yarısına kadar yarmıştı. Şimdi yarı baygın olsam da kanın oluk oluk süzüldüğünü hissedebiliyordum. Lanet olsun ki bilincim yerine geldiğinde acıyı da hissettim. Ağrı her saniye daha da korkunçlaşıp beni lanetler okutarak bir süre daha inim inim inletti. Bana saatlere bedel gelecek bir süre içerisinde, düştüğüm ıslak saman yığınında debelenmeye devam ettim. Ağır rutubet kokusu burnumun direğini zorluyordu. Kalkacak mecalim olmadığı için ağrı bir nebze dinene, ya da hissizleşene kadar yatmaya devam ettim.
Kuyu düşündüğümden de derindi. Atlamadan önce düşünmeye fırsatım olsaydı karşılaşacaklarım arasında, mikrop yuvasına dönüşmüş suya, akreplere çıyanlara ya da tamamen kuru beton bir zemine ihtimal verirdim. Uzun zaman rutubet kokusu çekmiş bir saman yığınına asla. Elbette ki ihtimal verdiğim diğer seçeneklerin aksine kokuşmuş bir parça saman yığını düşüşümü yumuşatmıştı.
Üzerinde halen kanımın damladığı demir kancayı ve yanındaki kusursuz gökyüzünü gördüm. Aydan yansıyan ışık hariç hava kapkaranlıktı. Bay Ernest da görünürlerde yoktu. Biraz önce söyledikleri, yaptıkları ve en son boynumdan yakalama gayreti nedense hayalmiş gibi geliyordu. Bütün o şeyler yaşanmamış ve ben de buraya başka bir sebepten düşmüşüm gibi.
Doğrulma gayretim işkenceden farksızdı. Yaralı bacağımla belki en fazla topallayacağımı düşünmüştüm fakat bu yara süründürüyordu. Her defasında dengemi kaybetmemek için düz duvara tutunmak zorunda kalıyordum. Kanamadan dolayı hala canım yanıyor ve başımsa fena halde dönüyordu. Birden kendimi tutamayarak ayakucuma kustum.
Annemin yokluğumu fark edeceğinden zerrece şüphem yoktu. Beni ararken yanında gittikçe kalabalıklaşan topluluğu ve her bir ağızdan ismimi haykırışlarını gözümde canlandırdım. Yine de işin gerçekçi yanı, koskoca ormanda kaybolunacak bin bir delik varken birisinin basit bir su kuyusunda şansını deneyeceğini düşünmüyor oluşumdu.
Seslenmek için ağzımı açtım. Fakat son anda deli Bay Ernest'in psikopat sırıtışı zihnimde canlanıverdi. Kötü bir fikir olduğuna karar verip vazgeçtim.
Kendi etrafımda yarım daire biçiminde döndüm ve tam karşıma denk gelen geniş ağızlı bir tünelle karşılaştım. Ne ilginçti ki, yukarıda yaşadıklarımdan sonra sıradan bir su kuyusunun dibinde kanalizasyon tüneli görmek beni şaşırtmamıştı. Yapımında kullanılan taşlar kirli yosundan sararmıştı ve üzerinden sular damlıyordu. Duvarları boylu boyunca örümcek ağı sarmıştı. Tünelse tamamen zifiriydi. Nerede son bulduğunu tahmin edemeyeceğim kadar karanlıktı.
Nefes sesi. Bir anda bütün duyularım hareketlendi, ki kesinlikle gafil avlanmış olmalıydım. Burada benimle, biri daha vardı ya da bir şey. Yaşayan bir varlıktı. Refleksle kendimi tünelden en uzak duvara ittim. Ardına saklanabileceğim herhangi bir kalkanım yoktu. Keşke burada olmasam diye tekrarladım. O an ne olduğunu bilmediğim bir şey tarafından kendimi bu küçücük kuyuda kapana kısılmış hissediyordum.
İçsesimin sessiz ol çağrısına kulak vererek bir müddet hareket etmedim. Hırıltılar kendini tekrarlamaya devam etti. Sonra gerçekten umduğum şey oldu, tünelin derinliklerinden gelen ürkütücü ses yavaşça uzaklaşmaya başladı. En sona sadece yosunlu taştan damlayan suyun sesi kalana dek, bekledim. Nihayetinde gitmişti.
Yine de kendime rahat bir nefes almanın hiç de yeri olmadığını hatırlattım. Hala geri gelebilecekken zaman kaybetmeye tahammülüm yoktu. Panik olup da işim yavaşlarsa sonuçları ağır olabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
(YAKIN ZAMANA KADAR ASKIDA) MELEK KATİLİ -İçgüdülerimin Hırsızı 1-
Fantasy"Seni senden daha iyi tanıyan bir tek ben varım." dedi. Gözleri tamamen bana kenetlenmişti, "Ve bunu senin için söylüyorum, insanlar önlerine hazır konmuş bir kaderi yaşamazlar. Doğduktan sonra ellerinde her imkan vardır ve hayatta ne yapacaklarına...