5 {Zorbalar} 5

874 108 118
                                    


"Hana görmeliydin, o kadar garipti ki, eski 'ağaç' arkadaşına yeni bir 'ağaç' arkadaş edindiğini söylememesini rica etti. Bende öylece bakıyordum ona, fena afallamıştım, bir başkası tepki olarak onu bahçeden kovabilirdi, ama öyle güzel konuştu ki, gıkım çıkmadan ağzım açık dinledim onu. Umarım bizimkiler fark edip ona bir şey demez. Bu kötü olur."

"Sen baya etkilenmişsin bu çocuktan, yanına gidip tanışsaydın ya, gerçek bir arkadaşı olurdu."

"Deme öyle hayır, her an beni duyup bu söylediklerime kızacakmış gibi hissediyorum, onun zaten gerçek bir arkadaşı var, o ağaç onun gerçek arkadaşı, ama tanışmaktan korkuyorum, biraz da çekiniyorum."

"Nesinden çekiniyorsun, deli mi bu çocuk?"

"Aa sus öyle de deme. Nedenini söyleyemem ama ona o şeyin denmesinden hoşlanmıyor."

"Hahha, sen zaten onunla yeterince tanışmışsın, alemsin Jungkook."

Okula girdiğimizde sınıfa doğru yürüdük. Ders birazdan başlayacak, zaman akışına başka bir boyut kazandıracaktı. Okulda zamanımın çabuk geçtiğini hissederim hep, çünkü durağan bir şekilde gelir ve geçer, dün bugünle aynıdır, neden zamanı durdurayım ki, çabucak akıp gidiyor işte.

İlk dersten çıkınca Hana çoktan söylenmeye başlamıştı bile.

"Off beynimi hissetmiyorum, bu hoca çok yavaş konuşuyor."

"Hocanın bir sonraki kelimesini tahmin etmeye çalışarak zamanı geçiriyorum, sen de denemelisin."

"Ne?! Bunu kesinlikle deneyeceğim. Kantine gidelim mi?"

Kantine doğru yürümeye başladık, Hana yine harika şakalarıyla beni güldürüyordu, kantin sırasına girip beklemeye başladık. Hana birden tuvalete gitmek istediğini söyledi ve hızlıca yanımdan ayrıldı, pek anlam veremedim ama içimden bir ses sorgulamamam gerektiğini söylüyordu.

Boş boş etrafı seyrederken, aniden karnıma çiviler batmış, gördüğüm görüntüyle heyecan ve telaş tüm bedenimi esir almıştı. Evet, bu oydu. O sarı saçlı çocuk şuan kantinin bir masasında oturmuş, bir yandan tost yerken bir yandan da önündeki yeşil kitabı okuyordu. Onu burda görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Acaba Hana'ya onun hakkında anlattıklarımı duymuş muydu? Bu düşünce zihnimde yer ettiğinden beri soğuk terler atıyordum. Hâlâ gözümü dikmiş ona bakıyor olduğumu fark ettim, gözümü başka yerlere çektim, ama o burdayken başka yerlere bakmaya çalışmak anlamsızdı, yapamıyordum.

Tek başına orda oturuşu, masanın altından gözüken bacak bacak üstüne atmış pozisyonu, elini çenesine yaslamış başı eğik bir şekilde sayfaları incelemesi, bu tablo beni fazlasıyla afallatmıştı, farklı ve hiç şahit olmadığım bir aurası olduğunu başından beri kabul ediyordum, ama bu aurayı ilk defa güzel bulmuştum. Güzel? O güzel miydi?

Başını kaldırıp ona doğru gelen bir grup oğlana göz attı, onun yanına geldikleri bariz belliydi, bakışını çekip tekrar kitabına döndü. Bir dakika, bu grup okulun en "belalı" grubu değil miydi? Kimse onlara bulaşmayı istemez, onlardan korkarlardı. Ne kadar alçak bir statü öyle değil mi, insanların onlardan korkmasından gurur duyuyor, zorbalıklarıyla övünüyorlardı. Bu bana oldukça komik görünüyordu, ama o sarı çocuk ne düşünüyordu bilmiyordum, umarım ona bir şey yapmazlar, ince ruhu hemen kırılabilirmiş gibi geliyor bana, ve bu kanıya onu ikinci defa görüşümde vardım. Uzaktan ne kadar içe kapanık gibi görünsede, görmekle bakmak arasında fark vardır, ben ona birazcık bakmıştım.

Sıradan çıktım ve onun oturduğu masanın arkasında bulunan boş masaya oturdum. Sıradan çıktığım için Hana beni parçalayacaktı, tekrar sıraya girip bir şeyler almak için artık vakit yoktu.

Sarı saçlının masasının yanına geldiler, sanırım onlara bakmasını bekliyorlardı ama sarı çocuk kitabını okumaya devam etti. Bu kadar umursamaz olmasını takdir ettim, yüzünü göremiyordum ama mimik oynatmadığına emindim.

"Hey baksana sen bir bana."

Grubun en hatrı sayılır kişisi olan seslendi, okulda "popülerlerdi" ama isimlerini bilmiyordum, hiç öğrenmek de istememiştim zaten. Sarı saçlı hâlâ eli çenesinde, başı eğik bir şekilde duruyordu, bu durum kompleks beyefendinin hiç hoşuna gitmemişti.

"Kime diyorum ben! Yüzüme bak!"

Elini çenesinden çekti, kitabının sayfasını çevirip ayracını içine yerleştirdikten sonra kapağını kapattı. Başı eğik duruyordu, hâlâ kitap okuyor gibi görünüyordu ama kitabını kapatmıştı. Arkasından kitabın kapağını görüverdim, yeşil ağaçlar ve yapraklarla dolu bir kapağı vardı, onun doğaya olan aşkını ilk gördüğümde de anlamıştım ki.

Göğsü inip kalktı, derin bir nefes alıp vermişti, başını hızlı sayılabilecek şekilde aniden onlara çevirdi. Şuan yan profilini görebiliyordum, kavisli bir burna, keskin gözlere ve çeneye sahipti, saçını gelişigüzel arkaya atmıştı, yandan harika görünüyordu. Ben neden saçımı hep kahkül kullanıyordum, bu modeli kesinlikle denemeliyim!

Gözlerini birkaç saniye onlardan ayırmadı, hepsine teker teker baktı, hepsinde birkaç saniye oyalandı. Ne yapmaya çalıştığını anlamamış gibi görünüyorlar, bu sarı çocuk çok zeki, psikolojik baskı uyguluyordu... Gözleriyle...

"En sevdiğim saat olan kitap okuma saatimi hangi gereksiz hangi saçma gerekçeyle böldü?!"

Sakin ama bir o kadar sert ve net ses tonuyla diyivermişti tüm bunları. Tek solukta söyledi, gözlerini bile kırpmadı.

"Ne diyorsun sen! Bizim masamıza oturmuşsun! Kitap bilmem ne yaptığın saatin umrumuzda mı sanıyorsun!! Hemen kalk yerimizden!"

Lütfen ona bir şey yapmasınlar, şiddetten çekinmeyen kişiler olduğunu günlük dövüş saati yaptıklarından biliyordum. İsme bakın ama, dövüş saati!

"Öncelikle kitap okuma saatimi böldün. Evet okumak eyleminden bahsediyorum. Okumak. Ve burası senin tapulu yerin değil, boş buldum oturdum, neden başka yere oturmak yerine beni rahatsız ediyorsunuz?"

Her cümlesini tek solukta söylüyordu, sanki çok iyi ezberlemiş olduğu bir metni okur gibi ama hiçbiri ezberinde değildi, anlık konuşuyordu, konuşması çok etkileyiciydi, çok kitap okuduğu her halinden belli oluyordu.

"Kes sesini evet tapulu yerim, istesem seni bile satın alırım. Sen kimsin bana laf yetiştiriyorsun."

Bir kıkırtı sesi geldi. Sarı çocuk gülüyordu, sesi kahkahasını bastırmaya çalışıyor gibiydi. Eliyle saçını düzeltti. Karşısındaki oğlana boş bir şekilde baktı.

"Bu sözlerinden sonra konuşmaya layık olmadığını fark ettim. Okuma saatimi bir daha bölme."

Kitabıyla tostunu eline aldı. Zorba oğlan bir şeyler söylüyordu ama o orda yokmuş gibi tostunu ısırarak masadan kalktı. Şuan arkası bana dönüktü ve ayakta duruyordu. Hayır Jungkook bakma hayır hayı-...
Bu konu hakkında yorum yapmayacağım...

Birden ani bir hızla başını arkasına, yani bana çevirdi, bakışlarımı yakaladı, keskin bir şekilde bana bakıyordu, bende fazla afallamış bir durumdaydım ve bakışıyorduk. Tüm bedenini bana çevirdiğinde hafif kaşlarını çattı. Şuan far görmüş tavşan gibi olduğuma yemin edebilirdim.

"Sen de beni izlemeyi kessen iyi olacak."

Bana demişti. Hâlâ şaşkınca ona bakıyordum. Bana mı dedi? Evet bana dedi. Bir tepki vermediğimi görünce söylene söylene yürümeye başladı, gözlerim onu takip etti.

"Bugün herkes okuma saatimi bölmeye ant içmiş."

Yavaş adımlarla kantinden ayrıldı. Zorba grup çoktan masaya kurulmuştu bile. Donup kalmıştım, ne masadan kalkabiliyor ne de gözlerimi onun sırtından çekebiliyordum. Bedeni gittikçe küçüldü ve ortadan kayboldu. Gözüm hâlâ kantin kapısındaydı.

"Jungkook ağzına sinek kaçacak kapat, napıyorsun burada? Sıradan çıkmışsın aferin bu ders açız."

——

Bölümle ilgili görüşlerinizi bu kısımda belirtebilirsiniz. 💜

•Jungle // Taekook•Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin