Keyifli Okumalar
not: bölümde geçen şarkıyı panoya bıraktım.
"Bu saatte burada ne işin var ufaklık ?" dediğinde öylece kaldım. Cümle kuramayacağımı anladığımda sadece tek bir kelime edebildim.
"Ufaklık?"
Yaklaşık yarım dakika sonra "Ufaklık" diyerek beni tekrar etti. Hızlıca onun kollarından kurtuldum ve elime sırt çantamı alarak içinden el fenerini çıkarıp ona tuttum.
Eladan yeşile kayan gözleri, kumral saçlı vardı ve aynı zamanda tahmin ettiğim gibi bizim okuldan değildi. Ayrıca benden en fazla bir yaş büyük gibiydi. Yani bana öyle egolu egolu ufaklık diyemezdi.
"Soruma hala cevap vermedin. " dediğinde afalladım.
"Hangi soruna ?" diye sorduğumda bıkkınlıkla cevap verdi.
"Bu saatte burada ne işin var ?"
Bunu soru sorar gibi değilde sanki beni aşağlıyor gibi söylemişti. Ukala tavrına karşı derin bir nefes bıraktım. "Biliyor musun, sana bir açıklama yapmak zorunda olduğumu düşünmüyorum."
Bu sefer de o derin bir nefes bıraktı. "Bu saatte ormanda tek başına burada duruyorsan, kusura bakma ama bana bir açıklama yapmak zorundasın."
Bu sefer bende aynı ukalalıkla, "kampa gelmiştik okulca ve bende çalı-çırpı toplamak için ormana girdim. Sonra da kayboldum ve bir baktım," olduğumuz yeri gösterdim, "buradayım."
Kaşları hava kalktı ardından kısa bir süre beni baştan aşağıya süzdü. Gözlerime baktı ve konuştu. "Ben ileride bir otelin kafesinde çalışıyorum. Benimle birlikte gel orada arabam var, seni kamp yerine bırakırım."
Gözlerimi kıstım ve alay eder gibi konuştum kendimden ödün vermeyerek. "Seni tanımıyorum bile. Neden seninle geleyim." Ardından onu baştan aşağı süzdüm ve ekleyerek gülümsedim. "Ayrıca buradan bakılınca hiç de güvenilecek birine benzemiyorsun."
"Tercih senin." dedi tek nefeste sırıtarak. Ardından kulağıma doğru eğildi ve fısıldadı. "Yalnız benimle gelmeyeceksen buradaki hayvanlara güzel yem olursun."
Kısa bir süre gözlerine baktıktan sonra başka bir çarem olmayacağını anladım ama şuan ona karşı yenik de düşemezdim. Kendimden ödün vermemeye çalışarak pes ettim.
"Tamam gidelim." dediğimde suratına gıcık bir gülümseme yayıldı. Başka bir çarem olmadığı için gözlerimi ondan çevirdim. O önden ben onun arkasından yürüyorduk. Etraf çok karanlık ve ürkütücüydü. Hava da bir o kadar soğuktu. Benim anlamadığım şey ben el feneriyle yolu zor görürken, o nasıl el feneri olmadan yolu görebiliyordu ?
"Peki, senin ne işin vardı burada?" diye sordum aramızda ki sessizliği bozarak.
"Dedim ya, ileride bir otelin kafesinde çalışıyorum." Bu çocuğun konuşma tarzına duyduğum gıcıklık dakikalar ilerledikçe artıyordu.
"Orasını anladım," dedim üstüne basarak ve alaycı bir tavırla. Başım önde, yolumu görmeye çalışıyordum aynı zamanda. "Ormana neden girdiğini soruyorum," dememle beraber birden arkasına döndü. Burun buruna duruyorduk şuan.
"Dolaşmaya çıktım." dedi tok bir sesle. "Bu arada çok konuşuyorsun."
Önüne dönerek yürümeye devam etti. Bende arkasından onu takip etmeye devam ederken "soru sormanın adı ne zaman çok konuşmak olmuş da, neyse." dedim kendi kendime. Ama o duymadı. Ya da duymamazlıktan geldi bilmiyorum.
Biraz yürüdükten sonra bahsettiği otelin önüne geldik. Ardından otelin yanındaki kafeye doğru yürümeye başladık. İçeri girdiğimizde "sen masaların birine geç. Karnın acıkmıştır bi' tost söylerim sana. Sen onu yerken benimde küçük bir işim var onu hallederim sonra da seni kamp alanına götürürüm. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFTELYA
Teen FictionBen Çicek Ersöz. Az önce öğrendiğim gerçekle birlikte başımın dönemesi artmış, gözlerim çoktan kararmaya başlamıştı. Ruhumda, bedenim gibi bu iki masa arasında sıkışmıştı. Kapkaranlık odada telefonumun ışığıyla aydınlattığım elimdeki kağıt parmaklar...