12/03/1999
İlk önce bir şimşeğin ışığı kapkaranlık gökyüzünü aydınlattı. Ardından ise şimşeğin sesi bütün odayı doldurdu. Şimşeğin ve yağan yağmurun sesi bir melodi oluşturmaya başlamıştı kulağında.
Camdan kapkaranlık gökyüzüne baktı. Nedense karanlığa bakınca içi huzur doluyordu. Belkide karamsarlık ona iyi geliyordu yada korkularını sadece boyle gizleyebiliyordu. Evet. Bu kadın çok korkuyordu.
İçinde garip bir his vardı. Tarif edemeyeceği bir korku belki de. Yağmurdan huzur bulan bu kadın, şuan yağmurun sesinden ürküyordu. Her bir yağmur damlasının sesini duyunca kalp atışı daha da hızlanıyordu. Tam yağmur sesine alıştığı esnada ise bir şimşeğin ışığını görüyor ve şimşeğin sesi gelene kadar gözlerini kapatıp eliye üstündeki battaniyeyi sıkıyordu. Şimşeğin sesini duyduğunda ise her şey başa sarıyordu.
Başını camdan çevirdiğinde sancısının giderek arttığını hissetti. Geçer diye bekliyordu çünkü gelmelerine daha altı hafta vardı. Yanında gelinini bir an olsun yanlız bırakmayan kayın validesi sürekli,"iyi misin kızım? " diye tekrarlıyordu.
Sancısının her geçen süre daha da artmasıyla gözleri buğulanmaya başladı. "Daha çok erken. lütfen daha çok erken." diye fısıldadı çaresizce.
Lavaboya gitmek için kalktığında başının dönmesi başlamış, bir kaç adım attıktan sonra gözüne siyah perdeler inmişti.
Gözünü araladığınde nerede olduğuna anlam vermeye çalıştı. Bembeyaz duvarlar olan odada neler olup bittiğini anlamak için başını sağa çevirdi ve annesini sandalyeye oturmuş elleriyle yüzünü ovuştururken gördü. Saatin kaç olduğunu bile bilmeyen kadın başını cama çevirdiğinde yağmurun durmuş olduğunu gördü fakat hala karanlıktı.
Kadın doğrulmaya çalıştığında karnında bi sızı hissetti. "Çocuklarım..." diye fısıldadı sadece. Sesi duyan yaşlı kadın hemen yerinden doğrulup yatağa doğru yürümeye başladı. "Allahım sana şükürler olsun uyandı güzel kızım. İyi misin güzel gelinim?"
Elini karnına koydu. Yoklardı, çocukları gitmişti. "Hayır!" diye bağırdı kalkmaya çalışarak. "Anne çocuklarıma bir şey olmadı de anne, bir şey olmadı de.... Lütfen..." hıçkırarak ağlıyordu. En büyük korkusu çocuklarına bir şey olmasıydı. Çok beklemişti onları.
Annesi derin bir nefes aldı. Yanına geldi, sıkıca sarıldı. "Kızım," dedi sesi titreye titreye. İlk önce gözlerini sıkıca kapadı, derin bir nefes aldı, gülümsemeye çalışarak,"nur topu gibi bir oğlun oldu." dedi.
Kadın ağlamayı bıraktı ama gözlerini annesinin gözlerinden de çekmedi. Cümle bu kadar kısa olamazdı. Söylemesi gereken bir şey daha vardı. Oğlu olmuştu sevinmeliydi ama daha sevinemeden annesinin cümlesinin bittiğini anlayınca o acı soruyu sordu.
"Diğeri..." Yaşlı kadın kafasını çevirdi. Acıyla gözlerini sımsıkı yumdu. "Anne kızım nerede?" dedi gözünden bir damla yaş düşerken. Tam bu esnada yağmur şiddetli bir şekilde tekrar yağmaya başlamıştı.
"Annecim o öldü..." diyebildi sadece. Kadın gözlerini sımsıkı kapattı, en büyük korkusu buydu ve her korku gibi oda gelip sahibini bulmustu. Yaşlı kadın gelinine sıkıca sarıldı.
"Bak kızım bende duyunca çok üzüldüm. Ama sende biliyordun bende biliyordum. Oğlumla ikinizin ikisine de bakacak durumunuz yoktu zaten. Yapabileceğimiz hiç bir şey yok. Hayırlısını böyle görmüş Yüce Rabbim."
Bir evladının yaşadığını, diğerini ise hiç göremeden öldüğünü aynı anda öğrenen kadın ne yapacağını, ne hissedeceğini bilmiyordu. Annesi göz yaşlarını sildi. "Şimdi sana oğlunu getirecekler ve sende ağlamayı bırakacaksın sütün kesilecek bak. Evet biliyorum çok zor ama senin tutunman gereken bir oğlun var, duydun mu beni."
Tam o an kapı çaldı ve hemşire elinde bebekle içeri girdi. Kadın bebeğe bakıp acı bir şekilde gülümsedi. Hemşire bebeği kadının kucağına verdi, kadın bebeği öptü kokladı. Hem ağlıyordu, hem gülümsüyordu. Daha hiç göremediği kızının yasını mı tutacaktı, yeni doğan oğlunun mutluluğunu mu yaşayacaktı.
"Ben sizi yalnız bırakayım," diyerek odadan çıktı yaşlı kadın. Ardından koridorda yavaş adımlarda birlikte duran oğlunun ve kocasının yanına doğru yürümeye başladı. Daha doğru günah arkadaşlarının yanına....
"Yetimhane işlerini başlattınız mı ?" diye sordu titreyen sesiyle. Oğlu duvarın önüne çöktü ve ağlamaya başladı.
Babası da eğildi oğlunun yanına. "Yapılabilecek başka hiç bir şey yok bunu sende biliyorsun," dedi.
Evet. O bebek yaşıyordu. Ama üçü de biliyordu ki, şu an oğlunun mutluluğunu yaşayan ve aynı zamanda da göremediği kızının yasını tutan o kadın, böyle bir şeye asla izin vermezdi. Onlar da işi bu büyük günaha karışarak halletmişlerdi . Daha doğrusu hallettiklerini sanmışlardı.
Evet. Kızı vermişlerdi çünkü maalesef o minik bebeğin eski kafalı bir dedesi ve babaannesi vardı. Erkekleri üstün tutan bir dede ve babaanne...
Bebeğin babası çok çabaladı, başka yol aradı ama bulamadı. En sonunda babasının ve annesinin onu sundukları bu teklifi, kendini asla affetmeyeceğini bile bile kabul etti. Kendini her gün vicdanıyla yalnız bırakacağını bile bile, bu ağır yükü taşımaktan başka bir çaresi olmadığına inandı ya da inandırıldı. Sonuç olarak o da bu günaha girdi. O da bir suçluydu. Ve suçunu her gece başını yastığa koyduğunda ağlayarak ödeyecekti. Ama bu acı hiç bir zaman geçmeyecekti.
Bu gece bir bebek ağladı, bir bebek sustu. Bir bebek gerçeklere, bir bebek ise hayata mahkum edildi. Bu gece her ne olduysa bir bebek şanslıydı, diğeri şanssız.
Tek bir gerçek vardı. Bu iki çocuğun yolları elbet bir gün karşılaşacaktı...
SON
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EFTELYA
أدب المراهقينBen Çicek Ersöz. Az önce öğrendiğim gerçekle birlikte başımın dönemesi artmış, gözlerim çoktan kararmaya başlamıştı. Ruhumda, bedenim gibi bu iki masa arasında sıkışmıştı. Kapkaranlık odada telefonumun ışığıyla aydınlattığım elimdeki kağıt parmaklar...