zorlu antrenman

577 43 58
                                    

"Kanka ben fena korkuyorum ha bugün için."

Sergen'in söylediği söze göz devirip kramponlarımın bağcığını sıkılaştırdım. Doğrulup "Ne kadar zorlayabilir ki, bir sınırı olması gerek, bayılana kadar çalıştırmayacak sonuçta." dedim umursamazca.

Şaşkınlıkla bana bakıp "Lan sen değil miydin tüm gece 'Yarın ebemiz sikilecek.' diyen?" dedi. Elimle onu geçiştirdiğim sırada sahaya giren bedene döndü bakışlar. Herkes sıra olmak için düzenli şekilde dizilirken ben de hızlıca sıranın başına geçtim.

Antrenör tam karşımıza geçip "Günaydın!"dedi vurguyla. Herkes aynı şekilde karşılık verirken ben günaydını bile sert bir şekilde söylemeyi nasıl becerdiğini merak ediyordum. Herkesi tek tek süzdükten sonra "Takım kaptanı kim?" diye sordu. Bir an şaşırıp "Benim." dedim, orta yükseklikte.

Normalde kaptana pek ihtiyaç olmazdı antrenmanlarda. Daha çok maçlarda hatırlardım kaptan olduğumu, bir de takımdakiler "kaptan" diye seslendiklerinde, bu yüzden kısa bir süre şaşırmıştım.

Beni baştan aşağı süzdüğünde rahatsızca kıpırdandım. Öyle bir bakıyordu ki, kendimi önemsiz bir eşya gibi hissediyordum. Yüzüme küçümseyici bir bakış atıp "Kaptanlık için yanlış kişiyi seçmiş gibiler." dedi. Sesi alay barındırıyordu.

Sinirle kaşlarımı çattım ve "Görevimi gayet iyi yaptığımı düşünüyorum." dedim. Maçlarda kaptanlara iki kat sorumluluk düşüyordu ve hiç çuvallamıştım, böyle söylemesine sinirlenmiştim.

Umursamazca baktı ve "Nedense göremedim, daha çok kulüplerde takılıyor gibisin." dedi. Sesinin tonu sinirlenmeye başladığını gösteriyordu. Kendimi tutamadan  "İşe bakın ki siz de o kulüpteydiniz, demek ki görev konusunda ikimiz de pek iyi iş çıkartamıyoruz." dedim. Hemen ardından da "Gerçi güzel hatunlar var orada, zevkinizi beğendim." diye ekledim sırıtarak.

O an gözlerinde çakan şimşekleri gördüğüme emindim. Alnında bir damar belirgin şekilde atmaya başladığı an "Sen nasıl böyle konuşursun benimle!" diye kükredi. Korkuyla irkildim bir an.

Derin nefesler alıp "Üç yüz şınav! Başlayın!" diye bağırdı. Birkaç kişinin korkuyla başlamasıyla ben de ona tekrar bakmadan çekmeye başladım.

Çekerken sürekli gözlerinin bende olduğunu hissetmiştim. Bir açığımı bulduğu an üstüme atlayacak gibiydi, ama en düzgün yapanlardan birisi olduğum için birkaç defa boşa uyarılarından başka bir şey gelmedi. Ta ki sayı iki yüze yaklaşıncaya kadar. Yüzüm kızarmış, kollarım yanıyordu ve terler boşalıyordu vücudumdan. Birkaç kişi yere yattığı an antrenör onun yanına gidip kalkmasını emrediyor, on tane ekliyordu sayısına.

İki yüz elliye gelirken herkes bitmişti. Görüşümü alnımdan akan terler bozuyordu ve gerçekten yüzümün patlıcan gibi olduğuna emindim. 4.

"İki yüz doksan sekiz, iki yüz doksan dokuz, üç yüz. Hiç yere bırakmayanlar dinlensin, beş dakika."

Cümlesini duymamla kendimi yere attım. Boğazım kurumuştu ama su almaya bile hâlim yoktu. Kısa bir süre sonra doğrulduğumda herkesin ölü gibi yattığını gördüm, üç kişi de hâlâ sayıyı bitirmek istiyordu. Acımasız herif, onların hâline acıyıp bırakmıyordu.

Zorla ayağa kalkıp banklara doğru yürüdüm ve getirdiğimde soğuk olan ama şu an ılıklaşmış suyu boğazıma diktim. Birkaç büyük yudumdan sonra kafamdan aşağı boşalttım kalanı. Terden ve az önceki sudan islanan saçlarımı iki yana sallayıp kurutmaya çalıştım.

Elimdeki pet şişeyi çöpe atarken göz ucuyla baktığımda antrenörün gözünün bende olduğunu görmüştüm. Ağrıyan kaslarımı diğerlerinin yanına ilerlettiğimde kalan üç kişinin de bitirdiğini gördüm şınavlarını.

Gözümü tekrar antrenöre çevirdiğimde "Üç yüz mekik. Başlayın!" dedi yüksek bir sesle, gözlerini gözlerimden ayırmadan. Herkes anında homurdanmaya başladığında "Sızlanacak olan varsa kapı orada! Bir daha buranın yakınından bile geçmek istemiyorsanız gidin! Yoksa başlayın, hemen!" dedi sinirle. Zaten bu adam hep sinirliydi. Bir ara fazla sinirin zararlarını ona açıklamalıydım.

Herkes ağlak bir surat ifadesiyle mekik pozisyonu alırken ben de yere yattım ve sayının başlamasını bekledim. Bedenimi hareket edecek gücüm yoktu ama bu takım benim her şeyimdi, ilk antrenmandan bırakamazdım.

Yaklaşık bir saat boyunca üç yüz mekiği tamamladık. İki kişi sıcak ve sporun üst üste gelmesinden dolayı bayıldı, bir kişi dayanamayıp banka gitti. Üç kişi arada dinlenerek yapmaya çalıştı ama antrenör onlara fazladan sayı verdi. Ben ise durmadan çektim, bir an beyaz ışığı görür gibi olmuştum. Bittiğinde karın kaslarım isyan edercesine ağrıyordu. Nefes alırken bile batıyorlardı. Şerefsiz herif, cidden acımamıştı.

Güneş tepede ne kadar uzandık öyle bilmiyorum ama on dakikadan uzun bir süre olmadığına emindim. Artık kabuslarıma girecek o ses "Toparlanın! Otuz tur koşuyorsunuz! Başla!" diye bağırdığında ağlayacaktım neredeyse. Önceki antrenmanın yorgunluğu geçmeden gece dışarı çıkmıştık, hemen ardından sabah gelip bunları yapıyorduk. Benim de bir sınırım vardı.

Ben önde olmak üzere koskoca sahayı koşmaya başladık. Bacaklarımdaki her sinir hücresi sızlıyordu resmen, sırılsıklam olmuştum terden. Neyse ki koşu konusunda çok zorluk yaşayan birisi değildim de ölmeden tamamlayabilmiştim otuz turu. Aramızdan üç kişi daha yarı yolda bırakmıştı kendilerini, bunlardan birisi de Sergen'di. Ona hak veriyordum.

Otuz turun sonunda kimsenin ayakta duracak hâli olmasa da soğuma hareketlerini yaptırttı. Ardından hepimizi karşısına dizdi. Omuzlarım yer çekimine karşı güçlükle savaşıyordu.

"Bundan sonra antrenmanların böyle geçmesini istemiyorsanız saygılı olacaksınız." dedi, gözlerini benden ayırmadan. "Anlaşıldı mı!?" diye bağırdığında herkesle birlikte onayladım onu, karşısında duracak gücüm kalmamıştı. Memnuniyetle başını salladı ve "Gidebilirsiniz."   dedi.

Rahatça nefes verip arkamı döndüğümde "Sen değil." diyen sesini duyduğumda dilimi isırıp arkamı döndüm. Bana olduğuna emindim. 3

Tahmin ettiğim gibi direkt olarak bana bakıyordu irisleri. Sahte bir şaşkınlıkla "Bak buralar ne kadar kirlenmiş." dedi. Dilini alt dudağında gezdirirken ifademi izledi, "Burası tertemiz olmadan çıkmıyorsun."  diyerek son darbesini vurdu.

Ellerim yumruk olurken gözleri bir anlığına ellerime kaydı, "Bir şey mi diyecektin?" dedi. Sesinin altındaki tehditi algılamamak mümkün değildi. Keskin bir nefes alıp "Hayır." dedim. Kaşlarını çatıp "Hayır, ne?" dedi.

Dilimi dişlerimin üstünde sinirle gezdirdikten sonra zorla "Hayır, koç."  dedim vurgulayarak. Dudağının bir kısmı hafifçe yukarı çıktı. Son bir bakış atıp takımın geri kalanı gibi o da kapıdan çıktı. Tam kapıdan geçerken bitmiş yüz ifademe göz kırpmayı da unutmamıştı.

Sinirle bağırıp elimi nemli saçlarımdan geçirdim. O kadar yorgundum ki, koca sahayı temizlemek ölüm gibi geliyordu bana. Çok vaktim olmadığını da biliyordum, zira hava kararmak üzereydi. Hemen olsun bitsin mantığıyla pet şişelerini alıp teker teker çöpe atmaya başladım. Ardından yerlerde kalan giysileri kayıp eşya dolabına koydum, topları düzenli şekilde dizdim. Yamuk duran bankları da düzelttikten sonra işim bitmişti.

Saat yediye gelirken neredeyse üç saattir burasını temizlemenin verdiği farkındalık çöktü omuzlarıma. Eve doğru yürüyemeyeceğimi anlayınca direkt bir taksi çağırdım. Takside verdiğim uyumama savaşının ardından eve geldiğimde üstümü bile çıkartmadan yatağa attım bedenimi. Uyumadan önce aklımdan geçen son şey, antrenöre sövmek olmuştu.

___________________
merhabalarrr!! oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınn❤️

antrenör | poybatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin