O gördüğüm sahneden sonra oturduğum bankta bir dakika dahi oturmak istememiştim. Sabahki antrenmanın yorgunluğu bedenimde tekrar gün yüzüne çıkıyorken birkaç dakika antrenörü beklemiş, geldiğinde de kısa bir vedayla direkt olarak eve gitmiştim.
Ertesi gün uyandığımda antrenmana gitmem gerektiğinin bilincinde olmama rağmen garip bir kırıklık vardı vücudumda. Maçlardan önce hasta olmak istemiyordum, bu yüzden umursamadan kalktım ve yatağa geri dönmem için yalvaran bedenimi sahaya yol aldırdım.
Sahadan içeri girerken birkaç kişinin çoktan gelmiş olduğunu gördüm. Hareketlerimi hızlandırarak soyunma odasına gidip formamı geçirdim üstüme. Saçlarımı tepeden sıkıca toplayıp sahaya geri döndüm. Antrenörün hâlâ gelmemiş olduğunu görünce bankların bulunduğu yöne doğru ilerledim.
Bankın üstüne yayılmış Hilmicem beni gördüğü an kaşlarını çattı. Gözleri yüzümü süzerken "Hayırdır kardeşim, moralin bozuk gibi?" dedi sorarcasına. Dünyanın en sorumsuz ve umursamaz insanı olmasına karşın beni son derece iyi tanıyan arkadaşıma "Hasta olacak gibi hissediyorum." dedim kısaca. Kaşlarını kaldırıp "Bu havada?" dedi güler gibi. Göz devirip kramponumu giymeye başladım.
İşin aslı ben de bu havada nasıl hasta olduğumu bilmiyordum. Soğuk bir şey yememiştim veya içmemiştim de. Maçların öncesi çok kötü olmuştu bu, eğer ilerlerse hazırlanamazdım.
"Antrenör geldi." diyen Anıl'la başımı yerden kaldırdım. Saçlarının bir kısmını örten şapkası ve kahvelerini kapatan gözlükleri vardı. Her zamanki gibi bol giyinmemiş, fit bedenini gözler önüne sermişti.
Gözündeki güneş gözlüğünü hızlı bir hareketle çıkartıp bize başıyla bir işaret verdi. Hepimiz aynı anda sahanın ortasında sıra olurken güneş ışığını engellemek için taktığı siyah spor şapkasının altından süzdü tek tek. Gözleri gözlerimle buluştuğunda birkaç saniye inceleyip yanımdaki kişiden devam etti.
"Günaydın gençler. Her zamanki programdayız, başlayın!" dedi hepimize ithafen. Hemen şınav pozisyonu aldım, komutuyla birlikte çekmeye başladım. Bir süre gayet iyi gitmeme rağmen kırık vücudum yetmişten sonra dayanamadı. Titreyen kol kaslarımdan ziyade tüm vücudum ağrıyordu. Daha fazla zorlayamadan bıraktım kendimi yere.
Anında tepemde biten antrenör "Kalk!" diye kükredi. Başımdaki iğrenç ağrıya bir de bağırışının yankısı eklenmişti. Acıyan vücudumu kaldırabildiğim kadar hızlı biçimde kaldırdım.
Kaşlarını çatıp yüzümü incelemeye başladı. Sabah bu denli kötü olacağımı bilsem asla evden çıkmazdım, fakat ufak bir kırgınlıktır diyerek çıkmıştım. Şimdi hatamın büyüklüğünü fark etmiştim elbette ama biraz geç olmuştu.
"Neden bu kadar çabuk düştün?"
diye sordu. Ses tonu sertti, ama bunu umursayacak değildim. Tek isteğim biraz dinlenmekti. Bu yüzden doğruyu söyleyerek "Sanırım hasta olacağım." diye mırıldandım. Onun karşısında, onun insafına kalmış olmak bile umrumda değildi.
Beni süzdü, gerçekten devam edemeyeceğime kanaat getirmiş olacak ki "Tamam, geç kenara." dedi. Rahatlayıp teşekkür edecekken "Bugünü sonra telafi ederiz." diye tamamladı cümlesini. Yorum yapmadan banklara doğru ilerledim.
Bankın sertliğini umursamadan uzandım yavaşça. Gölgede kalıyordum, gözlerimi yavaşça kapatıp dinlenmeye çalıştım. Nemsiz ama sıcak hava zaten hasta olan bedenimi iyice mayıştırırken antrenörün birilerini azarlayan sesiyle uykuya daldım.