"Kimin takımı ulaann! Helal size be!"Testosteron kokan ortamda herkesin sesi yüksek, coşkusu son noktadaydı. Herkes sussa kalp atışlarının sesi duyulabilecek kadar heyecanlı bir ortam vardı, ama ter içindeki bedenler asla ağızlarını kapatmıyordu.
Kolunu omzuma atmış olan Anıl biraz daha bağırmaya devam ederken hepimiz ona eşlik ediyorduk. Maç sonrası gelen bu coşku alışılmadık değildi lakin bu seferki pek bir fazlaydı, bunun nedeni ise karşı takımın uzun süredir bizim düşmanımız olmasıydı. Onlara üç gol çakmak hepimizi uçurmuştu.
Birkaç dakika sonra saçımdan alnıma akan teri elimin dışıyla yarı yolda kestim ve esen rüzgara rağmen sıcak olan bedenimi biraz durulmuş takım arkadaşlarımın arasından ayırdım. Burası bizim sahamız değildi, dolayısıyla duşların nereden alındığını bilmiyordum. Deplasmana çıkmanın en kötü yanı da buydu. Bir keresinde sahadan üç kilometre uzakta bir hamamda duş almıştık. Çok riskli bir olaydı.
"Aynen öyle." Duyduğum tanıdık sesle duşu arayan adımlarım anında sabitlenirken parmak uçlarımın üstünde sese doğru ilerledim. Çok değil, birkaç metre ötede duvarın kenarında telefonla konuşan antrenörü görünce kendimi fark ettirmemek için hızlıca duvara yaslandım tekrar.
"Evet yavrum da müsait değilim diyorum." Söylediği şeyle kaşlarım çatıldı. Yavrum mu?
Sıkıntılı bir nefes eşliğinde "Tamam, geliyorum bu gece." dedi. Konuşmanın sonu olduğunu anladığımda saklandığım duvardan ayırdım bedenimi ve geldiğim yöne doğru hızlı adımlarla ilerlemeye devam ettim. Yürürken konuşmasının ortasında dinlemiş olmanın verdiği utanç da vardı üstümde.
Muhtemelen sevgilisi ile konuşuyordu. Yavrum demesi değildi bunu düşündürten, ben de derdim bunu ama gece bir arkadaşımı ziyaret etmezdim.
İçimdeki varlığını hiç sevmediğim hisle yutkunup adımlarımı soyunma odası olduğunu düşündüğüm yere çevirdim.
Hızlı bir duşun ardından tekrar takımın toplandığı yere döndüğümde hâlâ bıraktığım gibi coşkulu ve neşeli olduklarını gördüm. Fakat bu sefer onlara katılmayı es geçip kenardaki banklardan birisine attım bedenimi. Temposu düşmemiş takımın kimi zaman marş kimi zaman sadece konuşma seslerini duyarken başımı geriye yasladım. Ağrıyan başım iyice kendini belli ederken sinirle ofladım.
"Hayırdır abi, moralin mi bozuk?" Bana olduğunu anladığım sözlerle gözlerimi açıp yanımda oturan Anıl'a baktım. Ayağındaki kramponu değiştiriyor, bir yandan da bana bakıyordu. "Yorgunum az." diye mırıldandım. Gerçekten de üstüme bir yorgunluk çökmüş, tüm gün koşturmanın acısı bedenimden yavaş yavaş çıkıyordu.
"Eve git istersen. Ama gitmeden önce antrenörün yanına uğra bir, birkaç kişiye seni sormuş." Söylediği sözlerle şaşkın şaşkın baktım bir saniye kadar ama hemen toparlanıp başımla onayladım onu ve ayağa kalktım.
İşin aslı kaçıyordum. Son zamanlarda onunla yakın olduğum zamanlarda bedenimin verdiği tepkileri sevmediğim için, tabiri caizse köşe bucak kaçıyordum ondan. Çünkü bu tepkileri adım gibi biliyordum, hem de bizzat ona karşı.
Tam kendimi ergenlikten çıktığıma ve sadece gıcık olduğuma inandırmaya çalışırken kendimi tek on üç yaşındaki gibi ona karşı savunmasız hissetmekten nefret etmiştim.
Daha önce de birkaç defa yanıma gelmeye çalışmış fakat izin vermeyip bir bahaneyle uzaklaşmıştım olabildiğince. Şimdi de yapacağım şey tam olarak buydu, direkt olarak çıkışa yürürken hızlı adımlarım bir an önce eve gitmek istiyordu. Gerçekten çok yorulmuş olmalıyım ki, üstümde inanılmaz bir hâlsizlik vardı.