Erken saatlerin etkisiyle inanılmaz sıcak olmayan havanın altında sahaya giriş yapmıştım. Bu sıralar burayı evimden daha fazla görüyordum. Hatta direkt şöyle sağa bir yatak koysak eve gitmeye bile uğraşmazdım zira o antrenmanlardan sonra eve gitmek bana işkence gibi geliyordu.
Saat tam onda sahaya girdiğimde ilk gördüğüm yüz elbette ki antrenöre aitti. Bir de bu adamın inkar edemeyeceğim derecedeki yakışıklı yüzünü her gördüğümde ağlak bir moda geçiyordum artık.
Antrenör, her zamanki gibi erken gelmiş ve bir bankta oturmuştu. Şapkası dünkü gibi takılıydı kafasında, saçlarını gizliyordu. Üstünde sıfır kol siyah bir tişört vardı ki bu, kaslarını ortaya çıkartmıştı. Kız olsaydım ve o konuşamayan birisi olsaydı, üstüne atlayabilirdim açıkçası.
Yanına doğru adımlamam bittiğinde başını kaldırıp bana baktı. Ben tam gözüme doğru giren güneş ışıkları yüzünden yarı kapalı gözlerle bakarken o başındaki şapka sayesinde hiç istifini bozmadan boş bir bakış attı yüzüme doğru.
"Diğerleri nerede?"
Sağ elimi kaşlarımın üstüne yerleştirip kendimce güneşten korundum ve "Bilmiyorum, geleceklerini söylediler." dedim. Kaşlarını çatıp "Üç dakika geçti onu, nerede bunlar hâlâ!" dedi sertçe. "Müneccim miyim kardeşim ben?"
demek isteyen dilimi ısırıp yorumsuz bıraktım soru niteliği taşımayan cümlesini.
Tam da bunu bekliyormuş gibi sahaya giren üç bedenle rahatladım. Bu adam onlara sinirlenip sinirini benden çıkartabilirdi, en azından sinirinin sahibi kişiler gelmişti. Üçü de koşa koşa yanımıza ulaştıklarında antrenör ayağa kalkıp karşımızda dikilmişti bile.
"İlkokula gittiniz mi?"
Bağırmamıştı, aksine öfkeli bir sakinlik vardı sesinde. Bana yönelik olmasa bile her harf tüylerimi diken diken edecek bir biçimde çıkmıştı dudaklarından. Diğerleri de bunu hissetmiş olacak ki, birkaç tane sesli yutkunma sesi benim kulaklarıma bile ulaştı. Üçü de aynı anda "Evet, koç." cevabını verdi.
"O zaman sayıları da biliyorsunuz?"
Yine aynı ses tonuyla kurduğu cümleye tedirginlikle "Evet, koç." cevabını verdiler.
"O zaman neden tam onda değil de onu dört geçe burada oluyorsunuz! Gerekirse yarım saat erken geleceksiniz, ama söylediğim saatte burada olacaksınız!"
Bir anda sert sesiyle kükrediğinde dördümüz de sıçradık. Az önceki sahte sakinlikten eser kalmamıştı, gözleri öfkeyle parıldıyordu. Bana yönelik bir öfke olmadığı için içten içe şükrettim. Kesinlikle inanılmaz disiplinli birisiydi ve katı kuralları vardı, bunların dışına az veya çok çıkmamız fark etmiyordu sinirlenmesi için.
Yanımdaki üç beden korkuyla "Haklısın, koç." dedi. Senkronize bir biçimde aynı şeyleri söylemeleri başka bir zaman olsa güldürürdü beni, ama şu an yemiyordu. Bu yüzden sessizce bitmesini bekledim bu faslın.
Antrenör derin bir nefes alıp "Bu tekrarlanırsa, tek dakika dahi olsa içeri almam sizi." dedi kaskatı bir sesle. Ardından "Üçünüz sahayı dizin, bugün böyle antrenman yapacağız." dedi. Hemen başlarıyla onaylayıp sahaya antrenman için gerekli şeyleri dizmeye başladılar. Normalde bu iş her hafta iki kişi tarafından sırayla yapılırdı fakat bu sefer onların ufak cezası gibi olmuştu.
"Seninle başlayacağız kaptan, engelleri aşıp topu benden geçirmeye ve gol atmaya çalışacaksın." Dizme işi bittiğinde söylediği şeylerle bir an yutkundum. Bu adamı geçip gol atmak biraz uçuk bir fikir gibi gelmişti. "Boku yedik." diye mırıldandım sessizce ve başımla onayladım. Başa gelen çekilirdi artık.
Sahanın başında ayağımda topla küçük kırmızı engelleri kimi zaman topu sürerek, kimi zaman atlatarak geçtim. Bunlar benim için basit hareketlerdi, çok sağlam maçlara da çıkmıştım ve bunlarda zorlanacak birisi değildim fakat bitişte antrenörle karşı karşıya kaldığımda bir anlık gerildim. Gelmiştik en zor yere.
"Ee, koç, biraz yana çekilmek ister misin?" diye mırıldandım gergince. Şu an önümde dimdik duruyordu. Boyu mu uzamıştı bu adamın? Ben nasıl geçecektim bu adamı?
Söylediklerime karşı tek kaşını alayla kaldırdı ve "Bu kadar çabuk mu pes ediyorsun kaptan?" diye sordu kışkırtıcı bir ses tonuyla. Anında kaşlarım çatılmıştı.
İçimden bildiğim iki duayı da aynı anda okuyup "Hayır, karizmanız çizilmesin diye demiştim aslında." dedim sırıtarak. Hemen ardından ayağımdaki topu sağa, bedenimi bir anlığına sola çevirerek onu şaşırttım ve güzel bir çalımla yanından geçmeye yeltendim. Harika da gidiyordum, fakat tam yanından geçerken burnuma dolan harika bir kokuyla bir saniyeliğine dikkatim dağıldı. Tam bu sırada da topu ayağımdan çevik hareketle alıp diğer yanında tuttu.
Ağzım şaşkınlıkla açılırken "Bir daha benim karizmamı değil kendininkini düşün." deyip göz kırptı. Sesi alaylı çıkmıştı, bu daha da gıcık etti. Eğer aklım neden o an dikkatimin bu kadar kolay dağıldığıyla meşgul olmasa güzel bir cevap da yapıştırırdım.
Benim bir cevap vermediğimi görmüş olacak ki "Sıradaki gelsin!" diye seslendi ileride bekleyen üçlüye. Ben de yanından geçip bir banka oturdum ve buz gibi su şişesini alıp boğazıma diktim.
Bu antrenör kesinlikle kafa karıştırıcıydı ama saatlerce onun röportajlarını, çalıştırma videolarını izlediğim dönemi çoktan aşmıştım.