ufak temaslar

331 24 30
                                    


Aşk, arzu, hoşlantı ve merhamet birbirine her zaman karıştırılan duygulardı. Sadece içimizdeki merhamet dolayısıyla yanında olduğumuz bir insanı sevdiğimizi düşünebilirdik, veyahut sadece bedenen arzuladığımız birisine âşık sayabilirdik kendimizi. Çünkü bunlar birbirine benzer, ama özünde tamamıyla farklı olan şeylerdi.

On iki-on üç yaşlarımda daha kendi kimliğimle alakalı hiçbir şeyden haberim yokken bir akşam görmüştüm antrenörü televizyonda. Yüzü ciddiydi, kaşları çatıktı ve afilli laflardan ziyade açık ve net konuşuyordu. Hiçbir farklı özelliği yoktu, telefonumdan aniden başımı kaldırıp nefes dahi almadan onu izlememi sağlayacak hiçbir farklı özelliği yoktu.

O gün onu izledikten hemen sonra internette ismini aratmıştım. Küçük yaştan beri futbol oynasam da hiç bu konuda profesyonelleşmeyi düşünmemiştim, ta ki o gece sabaha kadar onu izleyene kadar. Verdiği açıklamalar, oynadığı maçlardan kesitler ve nicesini saatlerce oturup izlemiş ve bundan bir an olsun sıkılmamıştım.

İlk anda bu basit bir hayranlık olarak görülebilirdi. Ben de tam olarak böyle görmüş, ona çok hayran olduğum için ismini bile kimseye vermeyip en büyük hayranı kalmak istediğimi düşünmüştüm. Fakat bu hayranlık gün geçtikçe artmıştı. Öyle ki her gece uyumadan önce aklımdaki son şey, sabah uyandığımda ilk şey olmuştu.

İlk kez on üç yaşımda bir akşam, onu bir kadınla fotoğrafladıklarında kabullenmiştim her şeyi. İçimde oluşan iğrenç kıskançlık hissinin bir hayrana ait olmadığını ve hatta hiçbir hareketimin yalnızca hayranlıkla alakalı olmadığını... O yaşlardaki bir çocuğa göre değişime oldukça müsaittim, bu yüzden bu fikri benimsemem zor olmadı. Beni asıl korkutan şey ona sadece bir hayran olarak yaklaşabilecek olmamdı. Belki de onu seven yüzlerce kişi arasında sadece bir tanesiydim.

Bu şekilde, onunla yatıp kalktığım üç senenin ardından bir gün hesaplarına bakmayacağıma dair kendime söz verdim. Onu izlemeyecek, arkadaşlarımla onun hakkında konuşmayacaktım. Beni sadece üzen olaylardan uzaklaşacak ve hayatıma bakacaktım.

Aslında böyle de oldu. İlk başlarda inanılmaz büyük bir yokluk hissetsem de sonrasında kendimi bir şekilde alıştırdım bu duruma. Elbette bu durum bir sabah antrenörümüzün Yiğit Poyraz olacağını duymamla askıya alındı.

Şimdiyse, yılların ardından ona karşı ne hissettimi bilmiyordum. Sadece bedensel bir şey olmadığını biliyordum sadece, çünkü onun yanında başka birisini gördüğümde içime inkar edemeyeceğim kötü hisler doluşuyor, hasta gibi hissettiriyordu beni. Ama aşk gibi büyük bir tanıma girdiğini de sanmıyordum. Aşk on üç yaşımda kalmıştı.

Onun beni sevmiyor olma ihtimali korkutmuyordu beni, sevmediğini zaten biliyordum. Şu an onun yanına gidiyor olmam da onu ayartmaktan ziyade, kendi duygularımın ne olduğundan emin olmaktı. Sadece bu yüzden antrenmanımız olmadığı hâlde halısahaya gelmiştim, onu yalnız bulacağımı biliyordum.

Halısahanın büyük demir kapısından içeri girerken ilkbahara giriyor olmanın verdiği hava değişimi sayesinde hafif, tatlı bir rüzgar esiyordu. Demir kapı açılırken gözlerimi direkt olarak sahanın kenarındaki banklarda gezdirdim. Bana yakın olan banklardan birisinde oturan tanıdık simayı gördüğümde az da olsa hızlanan kalbim eşliğinde süzdüm onu.

Üstünde siyah bir gömlek vardı, kollarının yarısına kadar özensizce katlanmıştı. Altında ise siyah, bacaklarını saran bir pantolon vardı. Her zaman sportif gördüğüm adamı böyle görmek bir an tuhaf geldi gözüme. Bu tarz ona öylesine yakışmıştı ki, elimde olsa orada durup saatlerce onu izleyebilirdim. Fakat bakışlarımı hissetmiş gibi başını önündeki dosyadan kaldırdığında toparlanarak ona doğru adımladım. Yaklaştıkça kaşlarının çatıldığına şahit oldum, muhtemelen neden burada olduğumu merak ediyordu.

antrenör | poybatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin