Baldo beresi ve dondurmaya bulanmış peruğuyla beceriksizce kafasını kapatmaya çalışırken bir yandan da "Hayır hayır bu değil... Sana asıl şeyi..." diye yarım yamalak konuşuyor; Durumu daha da tuhaflaştırdığının farkına varmıyordu.
Tamam, tamam... Ya bunların hepsi bir rüya ya da ben gerçekten hiç mi hiç iyi değilim.
"Bak, bak bunu buldum." Beresini kıvırdığı kısımdan bir şey çıkardı:
Yamuk yumuk parmakların arasında parıldayan metal ve cam kırıkları... Bir cep saati.
"Saatin," Gülümsemeye çalıştı. "Üzgünüm, değerli olduğunu söylemiştin ama bunu sana geri veremezdim." Saçını -yok yok peruğunu- kaşıdı, "Başta verememiştim... Şey, benim kırdığımı düşünmeni istemedim. Eh, sinirlenince baya ürkütücü oluyorsun..."
Hiçbir şey anlamıyorum. Yine ne saçmalıyorsun?
"Saatim mi?" Cam parçalarının elimi kesmesinden korkarak, metali çevirip üzerine ve içine özenle işlenmiş minik desenleri ve yazıları inceledim.
"Benim böyle bir şeyim yok, aslında hiç olmadı..."saati uzattım," Yani... Olmasını isterdim sanırım, baya hoş bir şeymiş..."
Başımı kaldırdığımda Baldo'nun bana diktiği boncuk gibi gözleriyle karşılaştım.
Bakışları içimi ürpertti.
Titrek bir ses çıkardı, "N-nasıl yani?"
"Ne nasıl yani?"
Parçaları elimden çekip aldı, elim kesilecek korkusuyla çığlık attım.
Sesimin kısıldığını o zaman fark ettim: Küçükken gördüğüm kabuslarda bir şeylerden kaçarken olduğu gibi. Parlak şeylerden. Ve karanlık olanlardan. Hepsinden, hepsi... Ben rüyalarımı ne zamandan beri hatırlıyordum ki?
Şu yeni hocanın gölge yaratığına dönüşüp de peşime düştüğü rüyamda olduğu gibi...
Gözlerimi açtığımda Baldo cam parçalarını beresinin içine tıkıştırıyor, bir yandan da bana sus işareti yapıyordu.
"Ne var?"
O zaman gökyüzünün anormal şekilde karardığını ve az ilerde köprünün üzerine düşen geniş gölgeyi fark ettim; Az önce ağzımdan kaçan çığlığı geri çağırır gibi ellerimi ağzıma götürdüm.
Rüzgar esmeye başladı.
Daha doğrusu zaten ortada esen bir rüzgar vardı, daha hafif bir esinti ya da.
Bu esinti ters yöne doğru akın etti, suyun gerisin geriye dalgalandığını gördüm; Belki iki saniyeliğine... Üç, dört...
Sonra kulaklarımı bir ses doldurdu: Tiz, hırıltılı...
Kendi sesim.
Bu benim çığlığımdı.
Bir dakika önce attığım çığlık.
Ve tam da az önce söylediğim gibi havada süzülerek geri dönmüş, dişlerime zangır zangır vurarak boğazımdan aşağı inmiş; Çıktığı tellerin arasında kaybolmuştu...
"Şey, benim kırdığımı düşünmeni istemedim, ben..."
Uykudan sıçrayarak uyanmış gibi Baldo'nun kırık camları tutan elini yakaladım,
"Benim için ne kadar önemli olduğunu bilemezsin, evet, çok sağ ol Baldo!.."
Hava daha kararmamıştı.
Baldo kocaman açtığı gözleriyle bir bana, bir kemikli ellerimin arasında ezilen camlara bakıyordu.
"Eh... Evet. Şey, şimdi bana inandın mı?"
Elini bıraktığım anda parçalara bir şey olmuş mu diye avuçlarına baktı.
"Evet! Evet tamam, sana inanıyorum ragazzo cervo*, şimdi ben kafayı yemeden her şeyi anlat!.."
*geyik çocuk
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamanın Kızı
Fiksi Penggemar"Sen... Sen bir melez değilsin. Yani öylesin?" Gözlerinden dehşet okunuyordu. "Demek istediğim ,Di, sen farklısın." "Nasıl yani?"