giriş

2.2K 169 185
                                    

Biraz zorunlu başlamıştı bizim hikayemiz.

Beraber büyüdük, çoğu günü aynı çatı altında. Maalesef, annesini çok küçük yaşta kaybetmişti Minho. O yüzden babası uçuş görevine gittiği zamanlar bizimle kalırdı. Yani bizim hikayemiz aslında benim onu tanımamla değil, babamın onun babasını tanımasıyla başlamıştı. Evet, sanırım hikayemizin en başı burası oluyor.

Baş pilottu babam. Ben doğmadan yaklaşık dört yıl kadar önce yardımcı pilotu olarak Minho'nun babasıyla tanışmıştı, ve oluşturdukları o minik ekip de uzun süre beraber kaldı. Daha ilk anlardan çok yakın iyi arkadaş olmuşlardı; havada beraber, indiklerinde yine beraber... Onları ayrı olarak düşünmek yalnız onlar için değil çevrelerindeki herkes için çok zordu. Annem bile alışmıştı kendinden çok onunla vakit geçirmesine. Hayatınızı emanet etmek kaydıyla beraber bir işe baş koyuyorsanız işte bu denli sıkı arkadaşlıklara çıkıyordu sonu.

Eh, bir gittiklerinde de dönüş uçağını bekleyene kadar orada kalmaları gerekirdi haliyle. Döndükleri de iki gün gerçi, ardından yeni bir uçak, yeni bir yolculuk, orada geçen yeni bir tatil, bir bakıma. Çok uzun süreler uzak kalıyorlardı evden. Çalıştıkları havaalanı evimize çok uzak olduğu için bazen Kore'ye döndüklerinde bile yakında başka uçuşları varsa göremezdik onları.

Yine de babası Minho'yu bizim gibi çokça güvenebileceği bir eve bıraktığı için çok memnundu. Tıpkı benim babam gibi içi rahat çıkardı yolculuğa. İşte, Minho ve benim hikayemiz de işin burasında başlıyor.

Benden sadece bir yaş küçüktü Minho, ben pek hatırlamıyor olsam da o dönemleri, hayatıma girmesi pek geç olmamıştı yani.

Annem onu da oğlu gibi görmüştür hep. Kız çocuklarına pek bir düşkün olan annem için hep erkek çocuklarıyla olması biraz üzücü gibi durabilir tabii, ama annem hiç yakınmadı bu konudan. Minho'yu da beni de hep çok sevdi. Bazen hevesini Minho'nun bayılarak uzattığı saçlarını örerek alırdı gerçi, orası ayrı. Minho da pek söylenirdi bu duruma ama örüldü mü de örgülerini sallandırmak pek hoşuna giderdi.

Ne diyordum... Biraz zorunlu başlamıştı bizim hikayemiz. Biz aynı evde büyümüş iki arkadaştık. Babalarımız uzaktaydı, annem tek başına hem iki yaramaz çocuk hem onca ev işi derken yorulurdu. Biz birbirimize kalırdık. Dönüp çocukluğuma dair bir şeyler hatırlamaya çalıştığımda, hangi anı olursa olsun mutlaka Minho da baş roller arasında olurdu. Çoğunluğunda ise sadece o ve bendik.

Küçük bir kasabada büyümüştük zaten. Pek insan yoktu, pek çocuk da yoktu. Bir kez daha beraber olmak zorundaydık. Çok fazla kullanıyorum bu zorundalık kelimesini, öyle değil mi? Çünkü büyüdükçe fark etmeye başlamıştım, sanki imkanımız olsa beraber büyüdüğümüz kişiler birbirimiz olmazdık.

Farklı kafalardaydık bir kere. O çok hareketli, eğlence ve adrenalin peşinde bir insandı. Kalabalığı, gürültüyü severdi geldiği kasabayı unutmuş gibi... Ben ise sessizliği severdim. Kendim de sessiz bir insandım zaten. Onun aksine insanlarla değil kitaplarla anlaşırdım ben, çekingen kişiliğim için böylesi daha rahattı. O ise benim yanımda rahat gibiydi.

Benden sıkılmasından korktuğum için o adrenalin peşindeki çocuğun beni her yere sürüklemesine izin vermiştim. Bana bisiklet sürmeyi öğretti, o düşe kalka kendi öğrenmişti. Beraber yüksek tepelere çıktık; ben piknik yapmak istedim, o altımızda leğenle aşağı kaymayı teklif etmişti. Yine kimin istediğinin olduğunu tahmin edebilmişsinizdir.

Onu kıramadım, ancak sonunda benim bacağım kırılmıştı.

İlk kırığımdı. Nasıl bir acı olduğunu tarif bile edemem. Yine de Minho'nun gözlerindeki acıyı görmek daha kötü gelmişti benim için ve acımıyormuş gibi davrandım. Hastaneye gidene kadar ağlamadım bile. Sadece o bana tost almak için kantine koştuğunda ağlamıştım. O sırada telaşla yanımıza koşmuş olan annem yanımda kaldı ve bana sarılıp teselli etti. Minho'ya olan zaafımın farkında gibiydi, o yüzden bir şey dememeyi tercih etti.

Lilac Wine ,, minchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin