Hayatımda belki de en mutlu uyandığım sabahtı.
Boynumu gıdıklayan ılık nefeslerle uyanmıştım. İki koca adam olduğumuzu unutmuş gibi benim yatağımda uyumuştuk beraber. Bu eskiden de hep yaptığımız bir şeydi evet ama şimdi çok farklı hissettiriyordu.
Şimdi çok huzurlu hissediyordum. Korkularım, endişelerim, görmezden gelmeye çalıştığım hislerim kalmamıştı. Hatta sonunda onları kabul etmem sayesinde asıl istediğimin ne olduğunu fark etmiştim.
Onu uyandırmaktan çekinir bir şekilde elim saçlarına çıktı. Yumuşak bir şekilde saçlarıyla oynamaya başlamıştım. Karşılık olarak kedi gibi boynuma sokuldu Minho. Bu beni daha çok gülümsetmişti.
Uyandırmak istemesem de dokunma arzumu tutmak çok zordu. Temas bağımlısı birine dönüşüyordum onun yanında resmen.
Derin bir iç çektim ve yanağına indi parmaklarım. Zahmetsiz bir güzelliği vardı Minho'nun. Her anlamda kusursuz biriydi ve böyle birinin nasıl olup da benden etkilendiğini anlamasam da çok minnettardım.
Biraz sonra gözleri yavaşça açıldı. Beni gördüğünde gülümsemişti.
"Saat kaç?"
Uyku mahmuru sesiyle sordu. Gözleri geri kapanmıştı bile.
"Bilmem." dedim. Önemi olmamıştı benim için. Bakışlarımı da ondan çekmek istemiyordum.
Güldüğünü duydum.
"Hastayken bile sürüne sürüne işe giden Chan'ın ruhu şad olsun, haftaiçi saati umursamıyorsa artık aramızda değil demektir."
Bu beni de güldürdü.
"Gideceğiz elbette. Sadece sabahın körü gitmemize gerek yok."
"O zaman niye önceki günler kargalar bokunu yemeden dışarı çıkıyorduk?"
Sızlanarak söyledi. Mızmız bir edayla belimdeki kolunu sıkılaştırmış ve daha çok gömülmüştü bana. Saçları boynumu gıdıklandırıyordu ama şikayetçi değildim.
"Senden kaçmak için erkenden çıkıp gitmeye çalışıyordum, sen ise peşimi bırakmıyordun diyelim."
"Hey." Söylendi. Gözleri tekrar açılmıştı. Başını kaldırdı ve bana baktı. Kızgın durmaya çalışıyordu ama dağılmış saçlarıyla biraz komik bir görüntü oluşturmuştu.
"Niye kaçıyormuşsun?"
Gülerek saçlarını düzeltmeye koyuldum.
"Cevabı zaten biliyorsun."
Dudağı hafifçe büzüldü bunun üzerine. O kadar sevimli duruyordu ki...
"Tamam asma suratını, bir sorun kalmadı." dedim.
İçini çekti. Tekrar başını göğsüme yaslamıştı ardından.
"Neyse, şu an beynim tam olarak çalışmıyor. Daha sonra tekrar denersin."
Anında uyku moduna geçmişti bile. Ama bunun için geç kalmıştı biraz.
"Artık olmaz yalnız." dedim hemen. "Madem uyandın, ayılma vakti. Daha kahvaltı yapacağız işe geçmeden. Ve ben kahvaltıyı dışarda yapmalıyız diyorum. Buradaki günlerimiz kısıtlı sonuçta."
Minho cevap vermedi. Biraz duraksamış, ardından başını sallamakla yetinmişti. Onun için durgun bir tepki olduğunu söyleyebilirdim. Nedenini anlamadım ama sormadım da. Bir şey demeden doğruldu yanımdan.
"Banyo ilk benimdir o zaman."
Bir şey dememi beklemeden banyoya koşmuştu bile. Gülerek onu izlerken ben de doğruldum. Açıkçası sıranın bir önemi yoktu da. Küçüklüğümüzden beri kapıyı kilitlettirmemeyi alışkanlık edindirmişti Minho, çünkü sahibini banyoda darlayan kediler gibi sürekli peşimden içeri dalardı. Önce ben girsem de bir şey değişmeyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lilac Wine ,, minchan
FanfictionÇocukluk arkadaşı olan Chan ve Minho, 9 yıl aradan sonra ilk kez bir iş görüşmesinde karşılaşır.