10

639 85 88
                                    

Ilık su, loş mum ışıkları, vanilya aromalı bir tütsü...

Nehir suyunun soğukluğu vücudumu terk edeli çok olmuştu. Su ve köpükle doldurduğum küvetin içinde, arkada kısık sesli bir müzikle uzanıyordum. Rahattı, alanımı paylaştığım ikinci kişi dışında.

Dizleri benimkilere değerek karşımda oturan Minho'dan bahsediyorum. Küçük bir kumaş parçasından başka bir şey kalmamıştı üzerimizde ve besbelli tek kişinin kullanımına uygun ölçülerdeki küvete zor sığmıştık.

Minho eski günlerdeki gibi olacağını söylerken artık ne kadar büyümüş olduğumuzu unutmuştu anlaşılan.

Bu duruma nasıl ikna olduğumu merak ediyor olmalısınız, hak veriyorum, buraya ilk geldiğimiz gündeki ben asla böyle bir durumu kabul etmezdi. Tam olarak neyin değiştiğinden ben de emin değilim ama son zamanlar onun yanında biraz daha salmıştım kendimi, ve ikimiz de diğeri hasta olmasın diye önce duşa göndermeye çalışırken Minho'nun bu fikri gayet mantıklı gözükmüştü.

Şimdi sorguluyor olsam da, en azından o an mantıklı gözükmüştü.

"Hadi ama," Minho benim itirazlarıma karşın her zamanki savunmasını sunmuştu o an, "Küçükken hep yapıyorduk bunu."

Evet, küçükken. Bazı şeyler hiç değişmemiş, araya hiçbir zaman girmemiş gibi davranıyordu bazen. Belki de sadece eskiye dönmek istiyordu, bilmiyorum.

Ama araya zaman girmişti. İkimiz de büyümüş, başka hayatlar yaşamıştık. Ve şu an yolları kesişmiş iki eski dosttan fazlası değildik.

Birkaç gün sonra da o farklı hayatlara döneceğimizi biliyordum.

O yüzden salmıştım belki de kendimi, kim bilir. Eskiden olduğu gibi sürekli onu kaybetmekten korkmama, ona ne kadar uyumsuz kaldığımı düşünüp durmama gerek yoktu. Ben onu çoktan kaybetmiştim.

Şimdi yeniden karşısına çıkmam bu durumu değiştirmiyordu.

Minho benim gibi küvetin yan tarafına yaslandı, başını da kolu üzerine yaslamış ve tüm dengesini oraya bırakmıştı. Eli şimdi benimkine çok yakındı.

Yanlış bir şey yapmaktan korkar gibi bir çekingenlikle narince bana uzandı. İşaret parmağı bileğime doğru silik bir çizgi izlerken sesimi çıkarmamıştım. Her hareketinde içimde yayılan ürpertiye engel olamıyordum. Tüm dikkatim aramızdaki o ufacık temastaydı.

O bu şekilde bana yaklaştıkça bunca yıl onsuz nasıl durabildiğimi aklım almıyordu.

"Sana da bazen oldukça uzun bir rüyadaymışız gibi geliyor mu?"

Cevap vermedim. Bakışlarım hipnoz olmuş gibi bileğimdeki dokunuşundaydı hâlâ. O da bana bakmıyordu sanırsam. Konuşmaya kendi devam etti. 

"Sanki sonunda tam istediğim kadar yakınlaşacağız..." Parmağı elimin üzerinde yavaşça devam etti ve işaret parmağımın ucunda durdu.  "Ve uyanacağım. Yine yok olacaksın."

Elimi hafifçe kaldırdı ve parmakları ağır şekilde benimkilere kenetlendi. Sonunda ben de bir cevap vermiştim.

"Yine? Bağlarımızı koparan ben değildim."

Bakışları sonunda kalkıp beni bulduğunda hissetmiştim. O yüzden ben de ona baktım. Çok savunmasız ve narin duruyordu. 

"Şehri terk ettin." dedi.

"Bu kopmamız için bir sebep değildi. Bizi bir daha hiç aramadın, Minho. Ziyarete gelirim bile demiştin oysa."

Kırgın bakışları hâlâ sessizce beni izliyordu. Ben ise içimdeki dargınlığı öfkeye vuruyordum sanırım. Onun cevap vermesini bekleyemeden devam ettim.

Lilac Wine ,, minchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin