8

813 104 174
                                    

bölümü medyadaki şarkıyla birlikte yazdım dinlemek isterseniz :,)

xoxoxo

Burnuma dolan belli belirsiz hoş bir koku, hafiften çenemi gıdıklayan saçlar ve uzaktan gelen güneş ışıkları... Sabah erkenden uykumu açan çok fazla dış etken vardı. Bilincim daha açılmamışken bile bana huzurlu hissettiren etkenler...

Yavaşça aralandı gözlerim. Çenemdeki saçların sahibi Minho'ydu. Başını göğsüme gömmüş ve sıkıca sarılmıştı belime, küçük bir bebek gibi. İfadesiz yüzüm gözlerini kırpıştırarak onu izlerken kalp atışlarım oyalanmaksızın hızlandı. Durmasını söylüyordum ona Minho'nun uyanmasından korkarak, ancak bir an bile yavaşlamamıştı.

Tüm gece böyle uyumamızı beklememiştim. Filmi tabletten izlediğimiz için daha rahat görebilmek adına benim yatağıma gelmişti akşam. Sonrasında filmden konuşurken de gitmedi, havadan sudan laflarken de, sessiz bir şekilde uzanırken de. Gerilmiş olan yanım bu kadar yakınımdan gitmesini istiyordu, kaldığı içinse memnundum.

Onu daha yakından izleyebiliyordum. Tenlerimiz ve nefeslerimiz birbirimize değiyordu. Ve sonunda sarılarak uyumuştuk.

Tıpkı lisedeki gibi.

Sanki oraya iş gezisine gelmiş yetişkin biri gibi değil de hâlâ lisedeki bir ergen gibi hissediyordum. Zihnimdeki mantıklı, olgunlaşmış yan ona karşı çalışmayı bırakıyordu.

Onu uyandırmaktan korkarak elimi yanağına çıkardım. Güneşin ilk ışıkları kusursuz cildi üzerinde öyle güzel yansıyordu ki alamamıştım gözlerimi. Ve onu hissetmek isteyen yanımı bastıramıyordum.

Tüy kadar hafif dokunuşlarım böylece indi tenine. İki parmağımın ucu yanağında ilerlemeye başladı çok ağır bir şekilde. Takip ettiğim görünmez çizgi yumuşacık saçlarında son bulmuştu. Bir süre de nazikçe saçları arasında dolandım.

Pekâlâ, Chan. Kendimi durdurmak istercesine düşündüm. Bu yaptığın kesinlikle arkadaşça durmuyor.

İndirdim sonra elimi. Biraz durup düşünmüştüm onu uyandırsam mı diye. Komodinin üzerindeki dijital ekrana göre sabah 10'du saat. Alman patronun bize aldığı hastane randevusuna hazırlanıp gitmemiz için iki saatimiz kalmıştı. Kahvaltı yapabilmemiz için uyanması daha iyi olurdu aslında. Ne var ki uykusunu bölmeye de kıyamıyordum.

Derin bir nefes aldım. Sonunda uyandırmaya karar vermiştim.

"Minho."

Fısıltı gibi çıkan sesimle söyledim. Bir elim tekrar yanağına çıktı ve yavaşça dürtüklemeye başladım onu. Uykusu hafif olan Minho beni çok uğraştırmadan mırıldanmıştı biraz sonra.

"Hm?"

"Uyanma vakti."

"Daha çok erken değil mi?"

Söylerken başı hafifçe havalanmış ve çenesini göğsüme yaslamıştı. Biraz sonra ağır bir şekilde aralandı göz kapakları. Ben nefesimi tutmuş onun uyku mahmuru haliyle bile güzel duran yüzünü izlerken o da saate bakıyordu.

"Daha iki saat var." dedi.

"Kahvaltı yapmayacak mıyız?"

Duraksatmıştı bu cümlem onu. Fikri tartarcasına bir süre tavanı izledi, sonra başını salladı. Ben pek kahvaltı insanı olmasam da onun kahvaltısız yapamayacağını biliyordum zaten. Okula geç kalacak dahi olsa keyifle kahvaltısını yapmadan asla çıkmazdı evden. Kahvaltı en sevdiği öğündü.

"O zaman odaya servis isteyelim, zaten daha ayılamadım."

Söylediğinde başımı salladım. Hiç değişmemiş olması tatlı geliyordu.

Lilac Wine ,, minchanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin